Çeviri Cinsel Kimlikler Şiddet Teorik

Erkek Şiddetinin Davranış Ekolojisi

430.000 sene önce kişiler arası şiddetten öldürülmüş bireyin kafatasına ait kalıntılar.
Sala (ve başka yazarların) ‘Lethal Interpersonal Violence in the Middle Pleistocene’ (2015) isimli eserinden.
İnsanlar arasındaki ölümcül şiddetin dağılımını anlamak, kadın ve erkek arasındaki bazı önemli cinsiyet farklarını anlamayı gerektirir.

Erkekler, dünya çapında yüzde 95 cinayet failiyken yüzde 79 da kurbandır. Her kıtada, her türlü toplumda, avcı-toplayıcılardan çok uluslu devletlere, ölümcül şiddetteki cinsiyet farklılığı gözle görülür bir şekilde sürekliliğini korumaya eğilimlidir. 2013 yılında avcı-toplayıcılar arasındaki ölümcül şiddet üzerine yaptıkları çalışmada Douglas Fry ve Patrik Söderberg’in ulaştıkları veriler cinayetlerin yüzde 96’sını erkeklerin işlediğini ve yüzde 84’ünde de kurban gittiğini göstermektedir. Devletsiz toplumlarda şiddet üzerine yaptığı araştırmalarda kriminolog Amy Nivette küçük çaplı göçebe ve çiftçi birçok toplum bazında erkeklerin katillerin yüzde 91 ila 98’ini oluşturduğunu göstermiştir. Erkek ve şiddet ilişkisinin devamlılığını daha da örnekleyecek olursak, aynı şiddet dağılımını katillerin yüzde 92’sinin kurbanların da yüzde 73’ünün erkeklerin oluşturduğu şempanzeler arasında da gördüğümüzü söyleyebiliriz.

Elbette bazı kültürler arası varyasyonlar da bulunmaktadır. Detaylıca incelenmiş, kadınların erkeklerden daha fazla ölümcül şiddet uyguladığı herhangi bir toplum bulamamakla birlikte, kadınların erkeklerle eşit miktarda veya çoğunlukta cinayet kurbanı olduğunu gösteren toplumlar bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler uyuşturucu denetleme ve suç önleme ofisinin 2013 yılındaki global cinayet çalışmalarında bahsettiği gibi, bu tür toplumların genel olarak daha düşük cinayet oranına sahip olduğu görülmektedir:

Mevcut veri, çok düşük (veya azalan) suç oranına sahip ülkelerde (100.000’de 1’den daha az), kadın kurbanlar toplam kurbanların bütününde giderek artan bir paya sahipken bazı ülkelerde kadın ve erkek kurbanların oranları denklik göstermektedir.

Düşük bir cinayet oranına sahip olan Hong Kong’ta cinayet suçunda kısmen daha az cinsiyet farkı bulunurken, kadınlar yüzde 52lik bir dilimle cinayet kurban oranının çoğunluğunu oluşturmaktadır. Ancak Hong Kong’ta bile, raporlanan cinayetlerin yüzde 78’ini erkekler işlemiştir. Bütün dünyada, cinayet faillerinin ve kurbanlarının ergenliklerinin sonu ile kırklarının başında üreme çağındaki erkekler olduğu görülmektedir.
Bu dağılımın, kültürel ve coğrafi çeşitlilikte ve geniş çapta birçok toplumda neden bu kadar istikrar gösterdiğini anlamak için, üreme biyolojisinde cinsel farklılıklara bakarak başlamalıyız:

Biyolojik olarak, polen veya sperm gibi küçük ve nispeten hareketli eşeysel hücreler (cinsel hücreler) üreten bireyler erkek olarak tanımlanırken, tohum veya yumurta gibi daha büyük, daha az hareketli eşeysel hücreler üreten bireyler ise kadın olarak tanımlanır. Sonuç olarak, erkekler üreme başarımında kadınlardan daha fazla değişime ve daha büyük potansiyel üretim sonucuna sahip olma yönelimindedir. Fas imparatoru kana susamış İsmail İbn Şerif’in (1672 – 1727), 32 sene boyunca 500 kadından 1171 çocuğun babası olduğu tahmin edilirken bir kadının bilinen sahip olduğu en fazla çocuk sayısı 69’dur ve bu kadın 18.yüzyılda yaşamış, Feodor Vassilyev adlı bir adamla evli olan bir Rustur.

Seçilen türlerin dişi ve erkekler tarafından üretilmiş bilinen en fazla yavru sayıları.
Davies ve başka yazarların “Davranışsal Ekoloji’ye Giriş” eserinden. (2012) Daha güncel bir çalışma, bir kadın ve erkek bireyin bilinen en yüksek üreme sayısının 1171 kadar yüksek olduğunu ortaya koymaktadır.

Geniş bir takson yelpazesinde, daha az üretim sağlayan akışkan eşeysel hücreler daha fazla üretim sağlayıp daha az akışkan olan hücrelerden daha az ebeveynlik görevi üstlenmeye yatkındır. Memeli canlıların yüzde doksanından fazlasında, erkeklerin yavrularına olan katkıları gebe kalma aşamasında sonlanırken sonrasında da ebeveynsel hiçbir alaka duymamaktadırlar. Erkek bir memeli, dişilerle çiftleşme fırsatlarını olabildiğince arttırarak üreme başarılarını arttırabildikleri gibi rakip erkeklerle vahşi rekabetlere de girmektedirler. Uyum açısından bakıldığında ise, erkeklerin ebeveynlik görevi üstlenmeleri, onların çiftleri için girecekleri rekabette harcadıkları zaman ve enerjiyi azaltarak üreme miktarlarını kısıtlayacağı için gereksiz olacaktır.

Birçok insan topluluğunda erkeklerin kadınlardan daha çok çeşitlilik ve yüksek üretim potansiyeli olduğunu gösteren tablo. Laura Betzig’in “Means, Variances, and Ranges in Reproductive Success: Comparative Evidence (2012)’ından.

Aksine, bir dişi için, üreme başarımını en üst düzeye çıkarmak, çiftleşme olasılıkları için mukayeseye girmektense, yavrusunun yaşamasını ve büyüyüp erişkinliğe ulaşmasını sağlayacak koruma ve kaynakları sağlamakla daha fazla bağlantılıdır. Bu, erkeklerin yapamadığı, kadınların gebe kalarak (çocuk taşıyarak) ve süt vererek önemli miktarda zaman ve enerji harcadığı memeliler topluluğunda oldukça gözle görülür bir durumdur. Bunun sonucu olarak, en azından cenin gelişimi ve çocukluğun ilk dönemlerinde, kadınların çocuklarına harcadığı zaman ve enerji erkeklere göre çok daha fazladır.

Tahmin edilebileceği üzere, insanlar arasında, erkekler kadınlardan daha fazla partner için doğrudan ve vahşi rekabetlere dahil olurken, kadınlar erkeklerden daha fazla bakıcılık görevi üstlenirler. Ancak, bazı kültürlerde erkeklerin bakıcılıkta aldığı rol eşit olduğundan, bu konuda insanoğlu emsalsizdir. Kapsamlı ve ön hazırlıklı bir bakım ihtiyacı duyan bebekler, erken gelişim döneminde yardıma oldukça muhtaçtır. Diğer türlerden erkeklerin de karşı karşıya kaldığı çiftleşme olanakları ve ebeveyn bakımını sağlamak gibi durumlarla, insanlar da karşı karşıya kalır ve sosyal ve ekolojik faktörlerden dolayı erkeklerin yararlandığı bu stratejilerin uzandığı nokta önemli derecede farklılık gösterebilir.

Üreme biyolojisinde ve ebeveynlik yatırımındaki bu cinsiyet farklılıklarını göz önünde bulundurmak, erkeklerin neden kadınlardan daha fazla şiddet eğilimine sahip olduğunu açıklaması açısından önemlidir. Yavrusunu gereksiz tehlikeye atacağından veya ileride üremesini engelleyecek herhangi bir kazaya sebebiyet vermeye yol açabileceğinden, saldırgance vahşi bir kavgaya karışmak, bir dişinin uyum başarımına daha fazla zarar verir. Ancak bir erkek için, statü olarak yükselme veya kaynaklara ulaşımı agresifce elinde tutması sayesinde, saldırganca çekişmeler potansiyel olarak üreme başarımlarının artmasını sağlayabilir. Örneğin, Amazon’un Yanomami kabilesi ve Doğu Afrika’nın Nyangatom kabilesinde, şiddetle ve savaşla daha fazla alakası olan erkekler üreme başarımlarının arttırmışlardır. Günümüz Birleşik Devletler’inde bile, daha saldırgan erkeklerin daha fazla cinsel partnere sahip olduğuna dair kanıtlar bulunmaktadır.

Paraguay’ın Ache’li avcı toplayıcıları arasından, babaları cinayet işlemiş çocukların erişkinliğe ulaşıp hayatta kalmalarının daha olası olduğu bilinmektedir. Babasız çocukların diğer erkekler tarafından öldürülme olasılığı daha yüksek olduğundan, Ache içinde erkek ebeveyn yatırımı şiddeti önleme görevi de görebilir.

Buna karşılık, Amazon’un Waorani kabilesinde, daha saldırgan erkekler üreme başarımını arttırmamaktadırlar. Bir davranışsal stratejinin uyarlanabilir olup olmaması sosyal ve ekolojik şartlarla yakından ilgiliyken cinsiyet farklılıklarını ve insan evrimini göz önünde bulundurmak da önemlidir. Erkeklerin, herhangi bir belirleyici bağlamda saldırgan olmak için gergin olmaları gerektiğini ileri sürmemekteyim.

Daha ziyade, ebeveyn yatırımı ve üretim sonucundaki cinsiyet farklılıklarından dolayı, kadınlarla karşılaştırıldığında saldırgan davranışların erkeklerin üreme başarımını arttırdığı durumlar vardır ve tarihte de olmuştur. Ve eşit olarak, saldırgan davranışların erkeklere kıyasla kadınların üretim başarımlarını düşürdüğü daha fazla gözlemlenmiştir. Bir kadını hamile bırakarak savaşa giden ve ölen genç bir adam ardında annesi ve onun ailesi tarafından bakılabilecek bir çocuk bırakırken genç bir hamile kadın bir savaş durumunda daha fazla uyumsal riskle karşı karşıya kalır.

Bu cinsel farklılıkların koalisyoner şiddet üzerinde önemli etkileri vardır. Davranış ekoloğu Bobbi S. Low şöyle yazar:

Çiftleşme başarımının peşinde koşmak, daha riskli ve daha büyük çıkar çatışmaları ile memeli erkekleri daha çok bağıl olmamayı içeren koalisyonlara dahil olmaya yönlendirmektedir. Ebeveynlik başarımının peşinde koşmak ise…memeli kadınları bir birey ve bağıntılı koalisyonun bir parçası olarak, daha az çıkar ilişkisi ve risk ile, çabalamaya yönlendirmektedir.

İnsan toplumları bağlamında, Low ayrıca şunu da söyler: “Erkekler, doğrudan üretim kazanımı için (kadın eşler, karşılıklı münasebet), aşikar bir politik güç gözetme eğilimindeyken, kadınlar kendileri ve evlatları için dayanak gözetirler.”

Çeşitli kültürler boyunca istikrarlı ilerleyen düzeni gördüğümüzde, bunun bize evrimsel tarihimiz hakkında önemli bir şey söylemesi muhtemeldir ve günümüzün eğilimlerini anlamak geçmişin seçilim baskılarını anlamada yardımcı olabilir. Antropolog Martin King Whyte, The Status of Women in Preindustrial Societies kitabındaki çalışmasında, farklı geçim yöntemlerini içeren (avcı-toplayıcı, bahçıvan, göçebe çoban, tarımla uğraşan, vb.) sanayi dışı 93 toplumda cinsiyet rollerine bakmıştır. Toplumların yüzde 88.5’inde, yalnızca erkeklerin savaşta yer aldığını, kalan 11.5’lik dilimde de erkeklerin hala savaşmayı sürdürdüğünü ancak kadınların tüm yardımı sağlayan taraf olduğunu ortaya koymuştur. Tarih boyunca kadınların da savaşa katıldığını öne süren şüpheli örnekler olsa da, savaştaki kadın katılımının erkek katılımına eşit olduğu herhangi bir toplum olduğundan şüpheliyim.

Şimdi önemli bir ikazda bulunacağım: şiddet bütünüyle uyarlanabilir stratejiler bağlamında açıklanamaz. İnsanlar uyum sağlayan basit makineler değildir ve birçok kültürden uyum açısından uyarlanabilir olmayan birçok davranış ve uygulamanın varlığından bahsedebiliriz.

Ancak, kültürler boyunca, ölümcül zıtlaşmanın en çok ortak noktalarına bakıldığında, bir erkeğin uyum başarımı ve ölümleri arasında açıkça bir ilişki görebiliriz. Cinayet, sıklıkla intikam, statü kavgası veya cinsel kıskançlık bağlamında ortaya çıkar. Özellikle çete şiddeti ve çatışması gibi koalisyoner ölümler de bölge ve kaynak rekabetinden doğan ve öenemli rol oynayan etmenlerdir. Kültürler arasında, intikam çoğunlukla öldürülen bir tanıdığın öcünü alma durumunda ortaya çıkan ve katilin yakınlarını da gelecekte meydana gelebilecek saldırılardan koruyabilen, dolayısıyla da katilin uyum gücünü arttıran bir eylem olarak değerlendirilir. İntikam aynı zamanda rakip erkekler ile girilen statü rekabetleriyle de ilişkilendirilir. Böylelelikle, yüksek mevkiilere sahip olmak ve istenilen bölgeyi ve kaynakları kontrol edebilme gücünü elinde tutmak, potansiyel bir kadın eşin ebeveynleri tarafından ayarlanan görücü usulü bir evlilik için seçilen olmak veya bir kadının tercihi olmak gibi gücün ötesinde olan mekanizmalar yoluyla, erkekler genellikle üreme başarımlarını arttırabilmektedirler.

Cinsel kıskançlık ise, genellikle kısırlık tehdidi altında ortaya çıkar. Bu ise, aldatıldığı düşüncesi veya terk edilme korkusundan, bir erkeğin eşinin sevgilisini veya eşini öldürmesi olarak açıklanabilir.

Bu örneklerin gösterdiği gibi, insanlarda saldırgan davranışlar, bir erkeğin üretim başarımı tehdit edildiğinde veya şiddete başvurduğunda üretim başarımını arttırabileceği durumlarda ortaya çıkar. Evrimsel tarihimize göre, geçmişte silahlı soygun veya çete saldırıları gibi uyumluluğu arttırmayan modern saldırgan davranışlarda bile, bu davranışları üreme başarımlarını arttırabilmek için hırçın bir şekilde statü veya kaynak peşinde koşmayı ikincil bir kaynak olarak değerlendirebiliriz.

Bunları aklımızda tutarak, günümüzde ölümcül şiddetin nasıl azaltılacağına dair çözümler düşünebiliriz. Davranış ekolojisi üzerne yapılmış çalışmalar, kendini koruyabilen kaynakların zorla ve başarılı bir şekilde elde tutulduğu durumlarda, şiddete başvurulması kuvvetle muhtemel olduğunu göstermiştir. Daha da önemlisi, bu kaynakların onları kontrol eden bireylerin üretim başarısını arttırma (ya da başarıyı düşürmeyi engelleme) etkisine sahip olduğudur. Hangi kaynakların en değerli olduğu sosyoekolojik bağlama göre değişkenlik gösterebiliyorken, en populer olanlar yemek, bölge, eş ve çeşitli sosyal sermayelerdir (üstünlük rütbesi, prestij veya başka türde statüler.).

İnsanlık tarihinde, özellikle zengin ve sanayileşmiş çağdaş ulus devletlerde en düşük öümcül suçlara ratlandığına dair birçok kanıt bulunmaktadır. Nüfusun tümü tarafından yasal olarak kabul edilen kanunlara ve polis gücüne sahip olmak, şiddet suçu işleyenlerin bu doğrultudaki çıkarlarını azaltıp cezalarını arttırma yoluyla suça teşviki önlemektedir. Ayrıca, iyi işleyen devletler başka sosyal bağlamlarda, süregelen intikam döngüsü ve kan davasına dönüşebilecek anlaşmazlıkları da çözebilmektedirler.

Birçok sosyal örgüt kapsamında ölümcül şiddetten kaynaklanan ölüm oranları. Gomez’in “The Phylogenetic Roots of Human Lethal Violence” (2016) eserinin ek bilgilerinden, sayfa 9.

Beklenildiği üzere, çete ve organize suç örgütleri arasında olduğu gibi, yüksek oranda ölümcül şiddeti, ulaşılabilirliği olmayan yerlerde yer alan veya devletlerin başarısızca üzerini örttüğü yerlerde görürüz. Yasa dışı uyuşturucular gibi devlet tarafından yasaklanan ve çok talep gören ürünlerde ise, devlet bu konuda sorun çıktığında bir çözüm ortaya koymakta başarısız olduğundan, bu piyasayı kontrol edenler de şiddet örgütleridir. Toplum Bilimci Diego Gambetta, Codes of the Underworld yapıtında şöyle yazar: “Mafyavari gruplar, yeraltı dünyasında bir hükümet görevi görerek ve yasadışı sermaye ve anlaşmalarda yer alan insanların korunmasını sağlayarak bu tür durumlarda güven sorununu ortadan kaldırır.”

Birleşik Devletler başsavcısı Jeff Sessions, geçen sene Washington Post için yazdığı serbest kürsü yazısında şöyle diyerek bu konuya farkında olmadan değinmişti: “Uyuşturucu kaçakçılığı özü itibariyle şiddetli bir iştir. Uyuşturucu borcunuzu geri almak istediğinizde, bunu yapamazsınız ve mahkemede hakkınızı arayamazsınız. Onu ancak bir silahın namlusuyla geri alırsınız.”. Sessions daima uyuşturucu kaçakçılığına daha kapsamlı yasaklamalar getirilmesini desteklemiştir. Davranış ekolojisi üzerine olan çalışmalardan edindiğim çıkarımlardan biri de, yasadışı olan uyuşturucuların legalleşmesi ve devletin bu ürünlerin mülkiyet haklarını koruması, yıllar önce ekonomist Milton Freidman’ın da iddia ettiği gibi, uyuşturucu ticaretiyle alakalı ölümcül şiddetin azalmasına yol açacaktır.

Ölümle sonuçlanan çatışmaları içerdiğini gördüğümüz başka sosyoekolojik faktörler de bulunmaktadır: çok eşlilik ve savaş arasındaki bağlantı gibi. Boko Haram ve Işid gibi terör örgütleri, başlık parası (potansiyel kadın eşin ailesine verilen para veya hediye) ödeyerek veya Orta Doğuda ve Batı Afrika’daki askerlere kadın eş temin ederek, genç erkekler arasındaki evlilik eşitsizliğinden faydalandılar. Bir erkek zenginliği veya eşleri elinde tutma imkanı yakaladığında, dışlanan genç erkekler kendilerini fark ettirebilmek ve kaynaklara erişebilmek için mukayeseye girebilmek adına saldırganca davranabilirler. Umduğumuz üzere, daha fazla kaynak eşitsizliğinin olduğu toplumlarda, erkekler arasında daha fazla şiddet olduğunda dair kanıtlar da bulunmaktadır.

Davranış ekolojisine dayanan bu yaklaşımım ölümcül şiddet suçu işleme eğiliminde genlerin rol oynamasıyla tamamen çelişki içerisinde değildir. 2011 yılında Advances in Genetics’te basılmış bir incelemede hem erkeklerin hem de kadınların neredeyse yarısının agresif davranışlarının genetik faktörlerle bağdaştırılabileceği öne sürülmüştür. Daha da önemlisi, buna karşılık, saldırgan davranışları etkileyen gen-çevre etkileşimleri olduğuna dair kanıtlar da bulunmaktadır. Ayrıca, bir toplum içerisinde tek bir nesilde ölümcül şiddet oranında önemli ve hızlı değişimler gördüğümüzde, bu sosyoekolojinin oynadığı rolün incelenmesi gerektiğine işaret etmektedir.

Benzer şekilde, bazı kişiler saldırgan davranışlar bağlamında uyumsal ve maddesel açıklamalara dair bakış açımı reddebilir ve ideoloji ve sosyal entegrasyonun oynadığı daha önemli role yoğunlaşabilir. Daha önce, bazı toplumlarda görülen, genç erkeklerin disforik ritüellerde ve savaşçı olmak için sosyalleşmesinde olanak sağlayan “erkekler tarikatı” hakkında yazmıştım. Buna ilaveten, Yeni Gine’nin Gebusi kabilesinde, birçok cinayetin büyü ile ilgili suçlamalardan işlenmesi, kültürel düşüncelerin şiddete nasıl önayak olduğunu da göstermekte.

Lakin erkek tarikatına, genellikle önemli kaynak ve bilgiye sahip olma gücünü ellerinde tutmak için genç erkeklerin cinselliğini kontrol eden yaşça büyük erkekler tarafından yön verilmektedir. Antropolog Bruce Knauft, büyü suçlamalarının genellikle eş değişimleri esnasında ortaya çıkan mütekabiliyetsizlikten kaynaklandığını ortaya koymuştur. “Bu bakımdan, büyü bağlamındaki cinayetlerin hepsi, evlenilemeyen kadınlar üzerindeki erkek hakimiyetinden kaynaklıdır.” şeklinde yorumlamıştır. Uyum başarımının temelinde yatan sosyal entegrasyon ve ideolojik faktörler, ölümcül şiddette dahi önemli bir etkiye sahiptir.

Anlatmak istediğim şey şudur ki, cinayet ve savaş genelde erkeklerin uyum başarımına bağlı olmak suretiyle doğal davranışlardır, ancak bu tür davranışların sosyoekolojik fikirler ve yaygınlıkları, toplumlar arasında değişiklik gösterebilir. Şempanzelerde bile, birbirinin yakınında olanlarda dahi, farklı topluluklarda, farklı ölümcül şiddet oranlarına rastlarız

Bazı şempanze ve cüce şempanze topluluklarında yıla göre ölümler.
E : Doğudalu şempanzeler
W : Batılı Şempanzeler
B : Cüce şempanzeler
Wilson ve diğer yazarların “Lethal Aggression in Pan is Better Explained by Adaptive Strategies than Human Impacts” (2014) çalışmasından.

Davranış ekolojisinin insan davranışlarını anlama yaklaşımı bağlamındaki önemli hususlardan biri de, genetik muayyeniyetçiliğin ve sosyal oluşuma dayanan dar görüşlerin de ötesine geçmesidir. Şiddet, yalnızca genler tarafından belirlenebilen bir tahmin ediciliğe sahip olma bakımından kalıtsal olmamakla birlikte, sosyal entgrasyonun veya kültür öğretiminin rastgele bir sonucu da değildir. Ancak bununla birlikte, şiddet özellikle erkekler ve kadınlar arasındaki cinsel farklılıklarda, insan biyolojisine dayanır ve şiddetin yaygınlığı sosyoekolojik faktörlere göre kültürden kültüre önemli miktarda değişikllik gösterir.

Kültürler arası trendleri anlarken ve varyasyonları açıklarken, hem neden erkeklerin genelde kadınlardan daha saldırgan olduklarını hem de kendi toplumlarımızda şiddetin yaygınlığının azaltılması adına neler yapabileceğimizi daha iyi anlayabiliriz.

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments