Bu seri, Stanford Encyclopedia of Philosophy’de yer alan Liberal Feminizm girdisinin okunabilirliği arttırmak amacıyla bölümlere ayrılarak çevirilmiş halidir. Çeviren: Mete Han Gencer. Görsel: Hilal Güler, dijital kolaj.
Liberaller özgürlüğün temel bir değer olduğuna ve adil bir devletin bireylerin özgürlüğünü garanti etmesi gerektiğine inanır. Liberal feministler bu görüşü paylaşmakla birlikte kadınların özgürlüğüne odaklanırlar. Liberaller arasında özgürlüğün ne anlama geldiği konusunda fikir ayrılıkları olduğu için liberal feminizmin de birden fazla türü vardır. Bu yazı liberal feminizmin iki ana türünü tartışmaktadır. Birinci bölüm felsefe literatüründe genel olarak “liberal feminizm” olarak adlandırılan görüşü tartışacaktır. Liberal feminizm, özgürlüğü bireysel otonomi – kişinin kendi tercih ettiği hayatı yaşaması – ve siyasi otonomi – kişinin altında yaşadığı koşulları belirlemede etkisi olması – olarak görür. İkinci bölüm genel olarak “klasik-liberal feminizm” veya bazen “liberteryen feminizm” denen (bu iki terim birbirinin yerine geçecek şekilde kullanılacaktır) denen görüşü tartışacaktır. Klasik-liberal veya liberteryen feminizm, özgürlüğü kişinin zorla müdahale edilmeyen bir hayata sahip olması olarak görür. Liberal feminizm akademik felsefede varlık göstermiş bir görüş iken klasik-liberal veya liberteryen feminist literatürün çoğu genel halka yöneliktir (Şunu not ediniz: klasik-liberal veya liberteryen feminist görüşün liberal feminizmin bir versiyonu olarak görülüp görülmemesi gerektiği bir tartışma konusudur).
- Liberal Feminizm
Liberal feminizm, özgürlüğü bireysel otonomi – kişinin kendi tercih ettiği hayatı yaşaması – ve siyasi otonomi – kişinin altında yaşadığı koşulları belirlemede etkisi olması – olarak görür. Liberal feministler, bireysel otonominin kullanılabilmesi için gereken bazı koşulların kadınların hayatında yeterince sağlanmadığını veya sosyal düzenlemelerin kadınların bireysel otonomisine ve gelişimine yeterince saygı göstermediğini düşünürler. Ayrıca, kadınların ihtiyaçlarının ve isteklerinin yaşadıkları koşullar altında yeterince temsil edilmediğini ve bu koşulların kadınlara demokratik süreçte yetersiz güç verdiği için problemli olduğunu düşünürler. Liberal feministler, otonomideki bu gibi eksiklikleri “toplumsal cinsiyet sistemiyle” (Okin 1989, 89) veya sürdürülen geleneklerin ve kurumların ataerkil olmasıyla ilişkilendirir. Buna ek olarak, kadın hareketlerinin bu eksiklikleri tespit etmek ve onlara bir çare bulmak için çalışmaları gerektiğini düşünürler. Liberal görüşte, bireylerin korunması ve otonomilerinin geliştirilmesi devletin esas görevi olduğu için liberal feministler devletin kadın hareketlerinin yanında yer alması gerektiğini ve kadınların otonomisini desteklemesi gerektiğini savunur. Ancak liberal feministler arasında bireysel otonominin iyi bir hayat yaşamadaki önemi, devletin rolü ve liberal feminizmin nasıl gerekçelendirilmesi gerektiğiyle ilgili görüş ayrılıkları vardır.
- Bireysel Otonomi
- Bireysel Otonominin Yöntemsel Açıklamaları
Liberal feministler kadınların bireysel otonomiye sahip olması gerektiğini savunurlar. Yani, kadınların kendi seçtikleri hayatı yaşamaları gerektiğini savunurlar. Bazıları bireysel otonomiyi “yöntemsel” açıklar (MacKenzie and Stoljar bunları tartışmaktadır, 1999, 13-19). Bu açıklamalar kadınların bireysel otonomiye sahip olmasının kadınların otonomiyi sağlayan koşullardan yararlanma hakkı olması anlamına geldiğini ileri sürer. Bu görüşe göre, kadın hareketleri bu koşulları tespit etmeye ve desteklemeye çalışmalıdır. Kadınların otonomisini sağlayacak bu koşulları tespit etmek kadınların birbirlerinden farklı hayatlarındaki hangi noktalarda otonomi eksiklikleri yaşadıklarını dikkatlice incelemeyi gerektiriyor. Yöntemsel açıklamalar, kadınların seçimlerini ve seçimleri ardından yaşadıklarını direkt olarak yargılamaktan kaçınır. Aşağıda verilen otonomi sağlayan koşullar listesi temsilidir.
Şiddet görmemek ve şiddet tehditi almamak: Şiddet ve şiddet tehditi kadınların onurunu zedeler; kadınları diğerlerinin isteklerini yaptırmaya zorlar ve zarar görmekten kaçınan kadınların yapabilecekleri aktiviteleri kısıtlar. Bazı durumlarda şiddet, benliği parçalar ve kadınların kendilerine olan saygılarını yitirmelerine sebep olur (Brinson 1997). Şiddete dair feminist literatür, şiddetin ve şiddet tehditinin kadınları nasıl güçsüz kılma ve kısıtlamada rol aldığını açıkça gözler önüne serer (Cudd 2006, 85-118).
Ataerkil paternalist ve ahlakçı yasalarla kısıtlanmamak: Ataerkil paternalist yasalar, kadınların seçeneklerini kısıtlamayı, bu kısıtlamanın kadınlar için daha iyi olduğunu söyleyerek temellendirir. Örnek olarak, kadınların iş imkanlarını bazı işleri yapmamanın kadınlar için daha iyi olacağını söyleyerek kısıtlayan yasalar düşünülebilir (Smith 2004). Ataerkil ahlakçı yasalar kadınların bazı seçeneklerini bu seçeneklerin ahlaka aykırı olduğunu söyleyerek kısıtlar. Örnek olarak, seks işçiliği veya kürtajı ya da bazı cinsel ifade biçimlerini veya aile türlerini kısıtlayan yasalar düşünülebilir (Cornell 1998; Brake 2004). Ataerkil paternalist yasalar ahlakçı yasalarla birlikte kadınları toplumun tercih ettiği yaşam tarzlarına itmektedir. Liberal feminist görüşe göre bu durum kadınların seçeneklerini adaletsizce sınırlamaktadır çünkü kadınlar hayattaki seçimlerini kendi çıkarları ve değerleri temelinde yapmalıdırlar (Yine de, paternalizmin liberal feminizm dahilinde kullanışlı olduğu alanlar da vardır. Bkz. Chambers 2008, 203-231).
Seçeneklere sahip olmak: Liberal feminist görüşe göre, kadınların seçeneklere erişme hakkı vardır. Genellikle, ekonomik yoksunluk sebebiyle, daha spesifik olarak “fakirliğin feminenleştirilmesiyle” kadınların seçeneklere erişimi haksızca sınırlanmaktadır (Pearce 1978; ayrıca bkz. Cudd 2006, 119-154). Kadınların seçeneklerinin azalmasındaki diğer kaynaklar eğitimde ve işe alımdaki stereotipleştirme ve cinsiyet ayrımcılığıdır (Smith 2004; Rhode 1997). Stereotipleştirme ve ayrımcılık bazı ırksal, etnik ve kültürel grupları bazı spesifik şekillerde çok kötü etkilemektedir. Liberal feministler kültürel homojenliğin de kadınların seçeneklerini haksızca kısıtladığına dikkat çekmektedir (Cudd 2006, 234). Bu özellikle kültürler bireylere biyolojik cinsiyete göre kimlikler ve sosyal roller atadığında gerçekleşmektedir (Okin 1989, 170ff; Alstott 2004; Meyers 2004; Cornell 1998, x; Chambers 2008).
Bazıları içsel, psikolojik olan otonomi sağlayıcı koşulların da önemini vurgular. Bunlara bir örnek bir bireyin kendi tercihlerini değerlendirebilme ve hayatını başka şekilde hayal edebilme kabiliyetidir (Meyers 2002, 168; Cudd 2006, 234-235; MacKenzie 1999). Bu kabiliyete sahip olmayan bireylerin halihazırda içinde bulundukları durumu onaylamak dışında anlamlı seçenekleri olduğu söylenemez (ayrıca bkz. Chambers 2008, 263-4). Bu içsel otonomi sağlayıcı koşullar dışsal olanlarla bağlantılıdır. Şiddet ve şiddet tehditi, stereotipleştirme ve ayrımcılık, maddi yoksunluk ve kültürel homojenlik içsel düşünceyi ve hayal gücünü bastıran ve kapatan faktörlerdir.
Bu görüşe göre, kadın hareketleri otonomi sağlayıcı koşulları tespit etmeye ve desteklemeye çalışmalıdır. Kadınların otonomisini sağlayacak bu koşulları tespit etmek kadınların hayatlarındaki hangi spesifik noktalarda otonomi eksiklikleri yaşadıklarını dikkatlice incelemeyi gerektiriyor. Liberal feminist görüşe göre, devletin bu koşulları geliştirmek ve desteklemek konusunda oynayacak önemli bir rolü vardır. Ancak devlet tarafından yapılamayacak çok şey vardır (Cudd 2006, 223). Örneğin, devlet kadın hareketlerinin yapılmasına izin verse bile kadınların kendileri yeni bir “alternatif özgürleşme imgesi” geliştirmeli (Meyers 2002, 168) ve bir kadın olarak var olmanın yeni yollarını tasarlayıp hayatlarında yapacakları deneylerle yeni ilişki türleri yaratmalıdır (Cudd 2006, 234; Cornell 1998).
Bazı eleştirmenler özgürlüğün sınırlı değeri olduğunu çünkü otonomi sağlayıcı koşulların var olması durumunda bile kadınların kısıtlayıcı ve dezavantajlı sosyal düzenlemeleri tercih edebileceğini söylemektedir. Sıkıntılı tercihler fenomenine dair bir konu şudur: Çekici seçeneklerin azlığında ve sosyal koşulların adaletsizliğinde, insanlar bu kısıtlayıcı koşulların kendisine veya genel olarak hak ettiklerinden azına karşı bir tercih geliştirebilir (Nussbaum 1999a, 33, 50; Cudd 2006, 152). Bu fenomen tercihlerin özgürlüğün artırılması yoluyla değiştirilmesini problemli hale getirir ve bazı feministleri özgür seçime öncelik verilen teorileri reddetmeye iter (Yuracko 2003). Yöntemsel açıklamaların savunucuları otonomi sağlayıcı koşulların, kadınların, örneğin, kliterodektomi (klitorisin kesilmesi işlemi) yaptırmayı (Meyers 2004, 213) veya bir pornografik model olmayı seçebilmesini sağladığını da kabullenmektedir (Cudd 2004, 58). Ann Cudd’ın açıkladığı gibi, bu gibi olasılıklar kabul edilmelidir çünkü liberal feminizm özgürlüğe önem verir ve bu yüzden direkt bir “tercih eğitimini” savunamaz (Cudd 2004, 57). Liberal feminizm “…aşamalı bir yaklaşım önermelidir. Bireyler ve gruplar bizim şu anda tam olarak hayal edemediğimiz pek çok değişik deney yapacaktır. Bazen … hatalı bir yola sapacaklardır” (57). Ancak ne olursa olsun kendi yollarını bulmak için özgürleştirilmelidirler. Diana Meyers’ın açıkladığı üzere, feminist teorisyenlerin ve aktivistlerin ahlaki hayal gücü limitlidir (diğer herkesin olduğu gibi); yani, ne tür önemli seçimlerin bireysel otonomiyle uyumlu olduğunu kesin olarak bilemezler (Meyers 2004, 213). Dahası, otonomiye sahip hayatların farklı kültürel bağlamlarda farklı formlara bürünmesi beklenmelidir. Bu görüşe göre, “bir küresel feminizm çağı için ahlaki olarak savunulabilir ve siyasi olarak uygulanabilir bir otonomi kavramı” kadınların seçimlerinin içeriği hakkında otonomiyi doğrudan engelleyen bir durum olmadığı sürece sessiz kalmalıdır (205).
- Kişisel İlişkilerde Adillik
Bazı liberal feministler kişisel hayatla ilgili sosyal düzenlemelerin sadece özgürce yapılması gerektiğini değil aynı zamanda adillik veya adaletle nitelendirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Jean Hampton ahlak ve siyaset felsefesindeki sözleşmeci gelenek üzerine yazarak samimi heretoseksüel ilişkilerin nasıl sıkça adaletsiz olduğunu göstermektedir (Hampton 1993). (Hampton’ın feminizmiyle ilgili daha geniş çerçevede yapılan bir tartışma için bkz. Abbet 2011, 120-151).
Hampton’ın görüşüne göre, bir kişisel ilişki ancak şu durumda adildir: “İki taraf da bilinçli şekilde ve herhangi bir zorlama altında kalmadan tamamen kendi çıkarlarını esas alan bir anlaşma içindedir ve bu anlaşmadaki maliyetleri ve menfaatleri (bunların duygusal veya görev temelli harici bir bağdan kaynaklanmadığını varsayıyoruz) akla uygun düzeyde aynıdır” (Hampton 1993, 240). Ancak tabii ki, pek çok kadının yeni bir ilişki kurmayı seçmesindeki veya halihazırda olan ilişkilerinde kalmayı seçmesindeki neden duygusaldır. Örneğin, kadınlar genellikle başkalarının isteklerini gerçekleştirmekten veya bir görevi yerine getirmekten memnuniyet duyarlar. Neden Hampton’ın dediği gibi bunlar gibi duygusal menfaatleri ilişkilerin adilliğini değerlendirirken bir kenara koymalıyız? Hampton’ın bunları bir kenara koymasının sebebi kadınların duygusal taraflarının onların doğalarının bir parçası olmadığını düşünmesi değildir. Kadınların doğalarının duygusal tarafının değerli olmadığını da düşünmemektedir (Hampton’ın eleştirisi için bkz. Sample 2002). Hampton’ın önerdiği ilişkilerdeki adillik testi duygusal menfaatleri bir kenara kaldırır çünkü duygusal menfaatler ilişkinin diğer tarafından değil kişinin kendi doğasından gelir (Radzik 2005, 51). Yani, Hampton’a göre, duygusal menfaatler kadınların seçimlerini belirlemede kullanabilecekleri, hatta belki kullanmaları gereken, şeyler olsa da içinde bulundukları ilişkinin adilliğini test ederken kullanamayacakları bir ölçüttür. Linda Radzik’in Hampton’ı savunurken açıkladığı üzerine, bir ilişki ancak tarafların birbirine sağladıkları menfaatler aynıysa adildir (51). Taraflardan biri diğerinden önemli miktarda fazla faydalanıyorsa, o taraf diğerinin meşru olarak beklediği karşılığı vermeyi reddediyor demektir.
Bu adillik testi kadın hareketlerindeki önemli bir noktayı açıklığa kavuşturur: Kişisel ilişkiler, özellikle geleneksel heteroseksüel ilişkiler, genellikle kadınlara karşı adaletsizdir. Gerçekten de bu ilişkiler genellikle kadınların diğerlerini umursama eğilimini istismar etmektedir. Adaletsizliğin bu türü nadir değildir. Dolayısıyla, Hampton’ın testi insanların sosyal hayatının geniş bir alanını kaplayan bir probleme dikkat çekmektedir (Sample 2002, 271). Ancak Hampton, kadınların diğerlerinin isteklerini veya görevlerini umursamayı bırakması gerektiğini söylememektedir (Hampton 1993, 227). Bunun yerine, kadın hareketlerinin kadınlarda ve erkeklerde bu adaletsizliğe karşı bir hassaslık oluşturmayı ve probleme çözümler önermeyi amaçlaması gerektiğini söylemektedir.
Bireysel otonominin yöntemsel açıklamaları, ilişkilerin Hampton’ın tavsiye ettiği şekilde adil olması gerektiğini söylemezler. Yöntemsel açıklamalara göre, bir tarafın diğer taraftan kendisinin verdiğinden fazla menfaat alması o taraf için tamamen otonom verilmiş bir karar olabilir. Dolayısıyla, yöntemsel açıklamalara göre, liberal feministler, kadınların bu ilişkilerde baskı görmemesini sağlamaya ve isterlerse ilişkilerinden çıkabilecek durumda olmalarına odaklanmalıdır.
Netleştirmek gerekirse, Hampton’ın kişisel ilişkilerde adalet tabanlı açıklaması, kendi tercihleri üzerine düşünen kadınlar ve erkekler için bir kaynak olabilir. Bu adillik açıklaması kişiyi kendi ilişkisindeki rolünü ve sorumluluklarını düşünmeye itebilir. Ayrıca, kadınların tercihlerini kötüye kullanan ilişkilerin ahlaki eleştirisini yapmak bize ilişkilerin şu an olduklarından farklı olabileceğini hatırlatmaktadır (çünkü “olmalı”, “olabilir”i içerir). Bu hatırlatıcı hayal gücünü genişleterek bireysel otonomiyi geliştirir. Dolayısıyla, bireysel otonominin yöntemsel açıklamaları Hampton’ın testini de içerebilir. Belki sosyal düzenlemelerin nihai kabul edilebilirliklerini ölçmek için olmasa da bireysel otonominin dayandığı iyi bir hayat tasavvur edebilme kabiliyetine olan katkısı bakımından Hampton’ın testi yöntemsel açıklamalar için oldukça değerli olabilir.
- Bireysel Otonomi ve İnsani Gelişim
Martha Nussbaum, “özünde liberal fikir olan, özgür, onurlu ve kendi seçimlerini kendisini yapan bir insan olarak vatandaş olma fikri olan” bir iyi yaşam açıklaması öne sürer (Nussbaum 1999a, 46). Bireysel otonominin yöntemsel açıklamalarını tekrarlayarak Nussbaum bu fikri şöyle açıklar: “Eğer bir birey insanların bir iyilik kavramını seçme gücünü umursuyorsa o birey insanların bu güçleri destekleyen hayat biçimlerini umursamalıdır” (45). Ancak Nussbaum’a göre bireysel otonomi “iyi insan yaşamını” (43) tanımlayan “büyük insani fonksiyonların” yalnızca birisidir (42). Bu fonksiyonlar, diğer şeylerle birlikte, vücut sağlığı ve bütünlüğünü, ilişkileri, politik katılımı içermektedir (41-42). Net olmak gerekirse, bireysel otonomi, veya Nussbaum’un sözleriyle “pratik akıl”, diğer tüm fonksiyonların içine yayılan bir fonksiyondur (44). Ancak bireysel otonomi öncelikli değildir. İyi bir yaşamda, birey tüm büyük insani fonksiyonları kullanarak gelişebilmelidir.
Nussbaum’un yaklaşımı sıkıntılı tercihler problemine karşı direkt bir tutum takınır (bkz. Bölüm 1.1.1). Net olmak gerekirse, bazı bireyler bazı fonksiyonların kullanımını içermeyen hayatlar yaşamayı seçebilirler. Örneğin, bir sofu vücut sağlığını riske atmakta sakınca görmeyebilir. Ancak, Nussbaum’un açıkladığı üzere, bir birey tüm fonksiyonları “kullanabilecek” bir hayat yaşıyor olmalıdır. Dolayısıyla, eğer bireylerin -tercihlerinden bağımsız bir şekilde- herhangi bir fonksiyonu kullanmalarını engelliyorlarsa toplumsal düzenlemeler eleştirilmelidir (50). Kadın hareketleri bu tür toplumsal düzenlemeleri tespit etmeli ve bunların adaletsizliği hakkında hem kadınları hem de erkekleri kadınların çeşitli yaşam biçimlerini göz önünde bulundurarak bilinçlendirmelidir ve bu duruma çareler önermelidir. Nussbaum’a göre bu açıklama evrensel ahlaki çoğulculuk ile uyumludur ve dolayısıyla bir evrensel feminizm için temel görevi görebilir (Nussbaum 1999a, 40).
Nussbaum’un “kabiliyetler yaklaşımı”, otonominin yöntemsel açıklamalarıyla kıyaslanabilir (bkz. Bölüm 1.1.1). Yöntemsel açıklamalar şunu der: Kadın hareketleri, kadınların kendi seçtikleri hayatı yaşayabilmesine kadınların hayatlarındaki belirli otonomi eksikliklerini tespit ederek ve otonomiyi sağlayan koşulları destekleyerek katkıda bulunmalıdır. Bu yaklaşım kadınların yaptığı seçimlerin içeriğini direkt yargılamaktan kaçınır ve yeni, çeşitli ve baskıcı olmayan yaşam biçimleri bulma işini bireylere ve gruplara bırakır. Bireysel otonomiyi sağlayan koşulların listesi Nussbaum’un insan fonksiyonları listesine benzememektedir. Ancak yöntemsel açıklamaların savunucuları Nussbaum’un kabiliyetler yaklaşımının kadınları tek bir yaşam biçimine ittiğini (tüm fonksiyonları kullanabilecekleri yaşam biçimi) ve bu nedenle de pek özgürleştirici olmayı amaçlamıyor gibi gözüktüğünü iddia edebilir (Cudd 2004, 50). Bir yöntemsel açıklama savunucusu olan Drucilla Cornell’in dediği gibi, “sosyal eşitlik özgürlüğe hizmet edecek şekilde yeniden tanımlanmalıdır” (Cornell 1998, xii) çünkü “bir insan için daha temel bir şey yoktur” (17, ayrıca bkz. Cudd 2004, 51-52). Otonominin yöntemsel açıklamaları Nussbaum’un yaklaşımını da içerebilir. Nussbaum’un yaklaşımı yöntemsel açıklamalar dahilinde kadınların ne tarz hayatlar yaşaması gerektiğini tanımlama görevini almayacak olsa da otonominin üzerine kurulduğu iyi bir yaşamın nasıl olabileceğine dair düşüncelere önemli bir katkı olarak görülebilir (Nussbaum’un liberal feminizmi hakkında geniş bir literatür vardır. Örneğin, liberal feminist bir tartışma için bkz Abbey 2011 152-205 ve Robeyns 2007).
- Bireysel Otonomi ve Devlet
Liberal feministler arasında şu genel bir kabuldür: Toplumsal cinsiyet sisteminin ve benimsenen geleneklerin ve sürdürülen kuruluşların içine sinmiş ataerkilliğin kadınların hayatlarındaki otonomiye zarar vermede ciddi bir rolü vardır ve bu nedenle de ahlaki açıdan eleştirilebilirlerdir. Dahası, devlet bu probleme çare bulabilir ve bulmalıdır. Liberal feministler arasında devletin ne yapması gerektiğine dair de genel kabuller olsa da liberal değerlerin çakıştığı bazı zor durumlarda ne yapılması gerektiğine dair bazı anlaşmazlıklar vardır.
Liberal feministlere göre devlet, şiddetin yaşandığı mekandan bağımsız olarak, kadınları aktif bir şekilde şiddetten korumalıdır (Cudd 2006, 85-118, 209; Rhode 1997, 1193-95). Ayrıca, cinsiyetçi paternalist ve ahlakçı yasalar liberal feministlere göre devletin gücünü adaletsizce kullanmasının bir örneğidir. Böyle yasalar kadınların hayatlarının kontrolünü başkalarının eline verir ve kadınları “tercih edilen” yaşam tarzlarına uymaya zorlar. Kürtaj karşıtı yasalar bu bağlamda özel bir öneme sahiptir çünkü kadınların elinden aşırı mühim bir kararı verebilme yetisini alırlar. Yine bu bağlamda kadınları annelik rolüne iten kültürel bakıcılık görevleri de önemlidir. Kadınların yasal kürtaj hakkı ve kürtaj servislerine erişim hakkı olmalıdır. Ek olarak, liberal feministlere göre, devlet bazı aile biçimlerine özel muamele yapmamalıdır (Brake 2004, 293; Lloyd 1995, 1328; McClain 2006, 60). Bazıları bunun homoseksüel evliliklere heteroseksüel olanlara davranıldığı gibi davranılması anlamına geldiğini iddia etmektedir (McClain 2006, 6; Hartley and Watson 2011). Diğerleri ise bunun evlilik kurumunun gördüğü ayrıcalıklı yasal statünün ortadan kaldırılması ve evliliklere diğer yasal ilişkilere davranıldığı gibi davranılması anlamına geldiğini iddia etmektedir (Case 2006; Metz 2010).
Liberaller seks işçiliğiyle ilgili yasaları engellemeyi reddetme eğilimindedirler. Bunun yerine, seks ticaretine kadınların güvenliğini öncelik alan yasal düzenlemeler getirilmesi gerektiğini ve kendi çalışma koşulları hakkında kadınların kendilerinin esas söz sahibi olması gerektiğini savunmaktadırlar (Cornell 1998, 57; Nussbaum 2002, 90). Kolektif pazarlama hakkını da iyi maaşlar, iyi çalışma koşulları sağlamak (Cornell 1998, 57; Cudd 2006, 211) için ve minimum geliri garantilemek (Cudd 2006, 154) için savunmaktadırlar. Eğitimde, işe alımda ve halka açık konaklamada yapılan cinsiyet ayrımcılığına karşı olan yasaları da desteklemektedirler. Liberal feministlere göre, bir kadını sırf kadın olduğu için işe almayı reddetmek o kadının seçeneklerini ahlaki olarak eleştirilebilir bir biçimde kısıtlamak demektir. Kadınlara düşmanca davranan iş yerleri de aynı şekilde ahlaki olarak eleştirilebilirdir. Liberal feministler, cinsel tacizi engelleyen yasaların, pozitif ayrımcılık veya benzeri değerlerle ilgili yasaların geçmişteki ve günümüzdeki cinsiyet ayrımcılıklarını telafi etmek için gerektiğini iddia etmektedirler (Williams 2000, 253).
Liberal feministler, kadınların seçeneklerini azaltan önemli sebeplerden birinin iş yerlerinin yapısı olduğunu düşünmektedir. Bunun sebebi bu yapının çalışanların iş harici bakıcılık sorumlulukları olmadığını varsaymasıdır (Okin 1989, 176; Williams 2000). Kadınlar ve gitgide artan bir şekilde erkekler bu varsayıma uymamaktadırlar. Bu varsayıma uymamanın etkisi ise çarpıcıdır. Anne L. Alstott’un açıkladığı gibi, “Bakıcılık görevleri olan kimselerin hangi gelir seviyesinde olurlarsa olsunlar aynı seviyelerdeki bakıcılık görevleri olmayan kimselerden daha az seçenekleri vardır” (Alstott 2007, 97). Şöyle devam etmektedir: “Çocuk yetiştirmenin annelerin seçeneklerini dramatik şekilde azaltması beni endişelendiriyor” (23). Alstott ve diğerleri şunu iddia etmektedir: Devlet, sosyal olarak gerekli olan bakıcılık sorumluluklarının bakıcıların bireysel otonomilerini insafsızca etkilememesini sağlamalıdır. Bunun için önerilen poliçeler doğum izni, devlet desteği sağlanan kaliteli günlük çocuk bakıcılığı ve esnek çalışma saatleridir (Cudd 2006, 228; Okin 1989, 175). Bazıları bakıcılık sorumlulukları olan bireylere finansal yardım verilmesini önerirken (Alstott 2004, 75ff) diğerleri maaşlı çalışmayan eşe maaşlı çalışan eşin maaşının yarısı tutarında maaş çeki verilmesini önermektedir (Okin 1989, 181).
Ancak iş yerleri çalışanların sosyal olarak zorunlu olan bakıcılık sorumlulukları için gerekenleri yapmayı çeşitli sebeplerden dolayı başaramamaktadır. Bu nedenle, Joan Williams bireylerin bakıcılık sorumlulukları temelinde işe alım aşamasında ayrımcılığa uğramama hakkı olması gerektiğini savunmaktadır. Williams, ihlal edildiği takdirde, iş verenlere karşı yasal işlem başlatılabilmesi gerektiğini ve bu sayede de çalışanların bakıcılık sorumluluklarının iş verenler tarafından umursanması için bir teşvik yaratılabileceğini iddia etmektedir (Williams 2000, 274).
Liberal feministler arasında liberal değerlerin birbiriyle çatışıyor gibi göründüğü zor durumlar konusunda ne yapılması gerektiğiyle ilgili anlaşmazlıklar vardır. Liberal feministler, pornografiyle ilgili yasal limitlendirmeyi reddetme eğilimindedirler (Cornell 1998, 57-58). Ancak bazıları şiddet içeren pornografinin makul olmadığını savunmaktadır (Laden 2003, 148-149; Watson 2007, 469; bu konuda makul duran bir argüman için bkz. Eaton 2007). Bazıları ifade özgürlüğüne dair verilen en iyi argümanların bile pornografinin limitsiz olması gerektiğini göstermediğini öne sürmektedir (Brison 1998). Gerçekten de, bazıları şiddet içerikli pornografinin izleyicilerin otonomisini sarsabileceğini (Scoccia 1996) ve kadınların eşit vatandaşlar olarak statüsünü baltalayabileceğini savunmaktadır (Spaulding 1988-89).
Diğer zor durumlar aile yaşamında devletin rolüne ilişkindir. Aile yaşamı, ailenin yetişkin üyelerinin bireysel otonomisi üzerinde dramatik etkilere sahiptir. Bakıcı rolündeki birinin sorumluluklarının neler olduğunu düşündüğümüzde, örneğin, kadınların hayat seçenekleri oldukça azalmaktadır. Liberal feminist bir bakış açısında, devletin aile yaşamının kadınların bireysel otonomisini sarsmamasını sağlamak gibi bir görevi vardır. Bazıları devletin ailede adaleti sağlaması gerektiğini savunmaktadır. Örneğin, paralı ve parasız emeklerin paylaşımı aile içerisinde devlet tarafından yapılabilir (Okin 1989, 171). Diğerleri devletin bir “ideal aile yaşamı” temelinde hareket etmemesi gerektiğini savunmaktadır (Alstott 2004, 114. Ayrıca bkz. Nussbaum 2000, 279-280 ve Wolf-Devine 2004).
Kız çocuklarının aileye katılımı, özellikle küçük yaşlarda, iradelerinin dışında gerçekleşir. Aileleri kız çocuklarının kendilerini ne kadar değerli gördüklerini etkilemekle birlikte tercihlerini ve kabiliyetlerini de etkiler. Örneğin, kendi seçtikleri hayatı yaşayabilmeleri için gerekli olan düşünme ve hayal kurma kabiliyeti bulundukları aileden etkilenir (Okin 1989, 97). Liberal feministler, devletin çocuklarda, özellikle kız çocuklarında, otonomilerini etkileyecek kabiliyetlerinin gelişimini koruması ve desteklemesi gerektiğini savunmaktadır. Örneğin, çocuk evliliğinin yasal olarak engellenmesi (McClain 2007, 79); kız çocukların ailelerinin rızası veya haberi olmadan kürtaj servislerine erişebilmesi (Rhode 1994, 1204); cinsiyetçi stereotipleştirme içermeyen ancak kadınların yasal eşitliğiyle ilgili dersler (McClain 2006, 81; Lloyd 1995, 1332) ve otonomilerine katkıda bulunacak bir seks eğitimi içeren (McClain 2006, 57–58) bir resmi eğitim görebilmeleri gerektiğini savunmaktadır. Ayrıca, devlet, kız çocuklarının ekonomik bağımsızlıklarını kazanmaya hazır olduklarından emin olmalıdır (Lloyd 1995, 1332). Bunun ötesinde, bazıları, kız çocuklarının bireysel otonomilerini geliştirmeye duydukları ilginin ailelerinin içsel olarak adaletli olmasını gerektirdiğini iddia etmiştir. Yani, aile içi paralı ve parasız emeğin eşit şekilde bölünmüş olması gerektiğinin ve bu sayede “bağımlılığa ve dominantlığa” dayanmayan aile ilişkilerinin olması gerektiğini düşünmektedirler (Okin 1989, 99-100; ayrıca bkz. Follesdal 2005). Diğerleri aile içi adaletle kız çocukların bireysel otonomilerini geliştirmeleri arasında zorunlu bir bağlantı olduğu fikrini inandırıcı bulmamakta (Lloyd 1995, 1335–1343) ve devletin “ideal aile yaşamı” fikriyle hareket etmemesi gerektiğini savunmaktadır (Alstott 2004, 114; ayrıca bkz. Nussbaum 2000a, 279-280 ve Wolf-Devine 2004).