Arşiv Bireyci Feminizm Okulu Çeviri Teorik

Feminizmin Tarihi ve Teorisi: Bölüm 10 – Post-yapısalcı ve Postmodern Feminizm ve Ekofeminizm

Bu yazının orijinali, çeşitli kaynakların derlemesi olarak GWAnet’te yayımlanmış şu yazıdır. Aşağıdaki yazı, orijinal yazının Türkçe çevirisinin bölümlerinden biridir. Çeviren: Mete. Görsel: Hilal Güler, dijital kolaj.

Post-yapısalcı ve Postmodern Feminizm

Post-yapısalcı feminizm veya bazen denildiği şekliyle Fransız feminizmi, pek çok farklı bilgi teorisi akımından faydalanmaktadır. Bunlara, psikoanaliz, dil bilimi, politik teori (Marksist ve post-Marksist teori), ırk teorisi, edebiyat teorisi ve feministlerin endişelerini dillendirdikleri diğer entelektüel akımlar dahildir. Pek çok post-yapısalcı feminist, farklılığın kadınların ataerkil baskıyla mücadele etmek için sahip olduğu en güçlü araçlardan biri olduğunu ve feminist hareketi eşitlik talebiyle denk tutmanın kadınların pek çok seçeneğini yok ettiğini çünkü eşitliğin hala maskülen veya ataerkil bir perspektiften tanımlandığını ileri sürmektedir.

Postmodern feminizm, feminist teoriye yönelik postmodern ve post-yapısalcı teorilerini birleştiren bir yaklaşımdır. Diğer feminist dallarından en büyük farkı, cinsiyetin dil yoluyla inşa edildiği argümanıdır. Bu argümanın en dikkat çeken savunucusu Judith Butler’dır. 1990 tarihli kitabı Gender Trouble’da, Simone de Beauvoir, Michel Foucault ve Jacques Lacan’ın eserlerini eleştirmiştir. Butler, önceki feministler tarafından biyolojik cinsiyet ve toplumsal olarak inşa edilmiş cinsiyet arasında yapılan ayrımı eleştirmektedir. Bu ayrımın, esensiyalizmin hakettiği kadar eleştirilmesinin önünü kapatmakttığını iddia etmektedir. Butler’a göre, “kadın”, sınıf, ırk, cinsellik ve kimliğin diğer tarafları sebebiyle karmaşık bir hale gelmiş ve bu nedenle tartışılabilir bir kategoridir. Ona göre, cinsiyet eylemseldir. Bu argüman, kadınların ikincil konuma itilmesinin tekil bir problem olmadığı ve bu problemi çözmek için geliştirilebilecek tek bir yaklaşım olmadığı sonucuna varmaktadır.

A Cyborg Manifesto isimli kitabında Donna Haraway, yakınlığa odaklanmaktansa kimliğe odaklanan geleneksel feminizm kavramlarını eleştirmektedir. Geleneksel cinsiyet, feminizm ve politika anlayışının ikilemlerinden ve kısıtlamalarından kurtulacak bir postmodern feminizm geliştirmek için bir sayborg (insan – robot karışımı organizma) metaforu kullanmaktadır. Haraway’in sayborgu, Oedipal hikayelerden ve Yaratılış gibi Hristiyan kökenli mitlerden kaçıp kurtulma teşebbüsüdür. Haraway şöyle yazmaktadır: “Siborg, toplumu, bu sefer oedipal proje olmaksızın, canlı olmayan bir aile olarak düşler. Siborg, Cennet Bahçesi’ni ayırt edemezdi; o topraktan gelmedi ve toprağa dönmeyi düşleyemez.”

Postmodern feminist düşüncenin önemli bir kısmı çağdaş psikoanalitik Fransız feminizminden hareketle ortaya çıkmıştır. Diğer postmodern feminist eserler, stereotipleşmiş cinsiyet rollerine onları sadece esas inançların parodileri olarak göstermek için odaklanmışlardır. Bu tarz yazılarda, feminizmin tarihi değil şimdiden itibaren ne yapılması gerektiği önemlidir. Tarih ciddiye alınmamakta ve sadece geçmişteki inançların ne kadar gülünesi olduğunu tasvir etmek için kullanılmaktadır. Çağdaş feminist teori, tamamen olmasa da büyük oranda Batı’nın orta sınıf akademisiyle ilişkilendirildiği için eleştirilmiştir. Bir postmodern feminist olan Mary Joe Frug, ana akım feminizmi odağının çok dar olması ve ırk ve sınıf meseleleri karşısında ihmalkar olması sebebiyle eleştirmiştir.

Ekofeminizm

Ekofeminizm, ekolojiyi feminizmle bağlamaktadır. Ekofeministlere göre, kadınların üzerindeki egemenliği doğuran ideolojiler çevrenin üzerindeki egemenliği meydana getirmiş ideolojilerle aynıdır.

Erkeklerin toprağa sahip olduğu ve toprağı kontrol ettiği ataerkil sistemler, kadınların maruz kaldığı baskının ve doğal çevrenin tahribatının sorumlusu olarak görülmektedir. Ekofeministler, iktidardaki erkeklerin toprağı ellerinde tuttuklarını ve dolayısıyla onu kendi çıkarları ve başarıları için sömürebildiklerini ileri sürmektedir. Ekofeministlere göre, bu durumda kadınlar da iktidardaki erkeklerce kendi çıkar, başarı ve zevk emelleri doğrultusunda sömürülmektedir. Ekofeministlerce, hem kadınlar hem de doğal çevre egemenlik yarışında feda edilecek pasif piyonlarcasına sömürülmektedir. Onlara göre, iktidardaki insanlar kadınlardan ve çevreden suistimal edebilmektedir çünkü onları pasif ve çaresiz görmektedirler. Ekofeminizm, bu bağlamda kadınların sömürülmesini ve baskılanmasını çevreninkilerle bağlantılı görmektedir. Ekofeministler, toplumsal ve ekolojik adaletsizlikleri düzeltmek adına, kadınların daha sağlıklı bir çevre yaratmak için ve çoğu kadının ailelerini geçindirmek için dayandıkları toprakların tahribatına son vermek için çaba göstermeleri gerektiğini düşünmektedir.

Ekofeminizme göre, kadınlar ve doğa arasındaki bağlantı, paylaştıkları ataerkil Batı toplumu kaynaklı baskılarla dolu bir geçmişten gelmektedir. Vandana Shiva, kadınların günlük etkileşimlerinde çevreyle özel bir bağlantılarını olduğunu ve bu bağlantının görmezden gelindiğini iddia etmektedir. Ona göre, “doğa eşliğinde üretilen ve artırılan zenginlikle kendi kendini geçindirebilen ekonomilerde bulunan kadınların, doğanın süreçlerine dair onları kendilerine has uzmanlar kılan bütüncül ve ekolojik bir bilgisi vardır. Fakat indirgemeci kapitalist paradigma, bilginin bu alternatif türlerinin farkına varamamaktadır çünkü doğal ögelerin birbirine bağlılığını veya kadınların yaşantısının, emeğinin ve bilgisinin zenginliğin yaratımıyla ilişkisini algılayamamaktadır.”

Gelgelelim, feminist ve sosyal ekolog Janet Biehl, ekofeminizmi kadınlar ve doğa arasındaki mistik etkileşime gereğinden çok odaklanıp kadınların gerçekten içinde bulunduğu koşullara yeterince odaklanmadığından dolayı eleştirmiştir.

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments