Bu yazı, Pardis Madhavi’nin Another Possible Casualty in Iran: Feminism isimli yazısından çevrilmiştir. Çeviren: Asena Çolak
İran, güçlü ve ölümcül bir huzursuzluğun pençesinde. Son birkaç ay, 1979 İran devriminden bu yana görülen en büyük çaplı protestolara şahitlik etti. Bu protestolarla ilgili haberler daha önce hiç görülmemiş şekilde uluslararası medyada büyük yankı uyandırdı. İçerideyse rejim karşıtı toplumsal hareketin dip dalgası adeta bir deprem dalgası gibi tsunamiye dönüşmeye başladı.
Fakat bu hareket rejimi koltuğundan etmeye başlayamadan ABD, Başkan Trump’ın yönlendirmesiyle İran’ın en güçlü askeri lideri Kasım Süleymani’yi öldürerek dışsal baskıyı kızıştırdı. ABD Hükümeti’nin bu hamlesi, savaş eylemi olarak algılanmasının yanında, ülkeyi ortak düşman olan “Büyük Şeytan”a karşı birleştirmek isteyen rejim üyelerine daha fazla güç verme etkisine de sahipti. Şu an, yükselen tansiyon Ortadoğu’daki milyonlarca insanın hayatını riske atmakla kalmıyor aynı zamanda barışçıl sosyal değişime yönelik en büyük umutlardan birini de yok ediyor.
Rejime karşı barışçıl direnmeler, 1980’lerden bu yana feministlerin öncülüğünde artmaktadır – bunların çoğu 1979 devriminden sonra rüştünü ispatlamıştır. Ne var ki ABD dış politikası, feministlerle ve on yıllardır değişim için teşkilatlanan gençlerle birlikte çalışmak yerine ya rejim üyeleriyle sıkı ilişkiler kurmaya ya da rejim üyelerine karşı şiddete başvurmaya odaklanmıştır.
ABD tarafından gerçekleştiren bu son terör eyleminin sonucunda feminist gruplar – kadın hakları üzerinde çalışanların yanı sıra insan hakları üzerinden çalışanları da içeren bir grup – hiç olmadığı kadar büyük bir tehditle karşı karşıyadır. Bu, on yıllardır süregelen feminist mücadelenin felakete sürüklenme tehdididir.
Kadınlar, uzun süredir İran’daki sosyal değişim için yapılan baskıda ön saflarda yer alıyorlar. 1905-1911 arasındaki Anayasal (Mashrouteh) Devrim’e ön sıralarda katılan, 1950lerin ilk yarısında Başbakan Muhammet Musaddık’ı destekleyen, 1979 İran Devrimi’yle sonuçlanan şaha karşı direnişte şahın imajını alaşağı edenler kadınlar olmuştur. Ancak 1979 devrimini takip eden yıllarda yeni bir nesil rüştünü ispatlamıştır. 1990’ların sonlarından bu yana genç kadınlar ve erkekler açıkça feminist çevreler aracılığıyla aktif şekilde örgütleniyor. Devrim sonrası İran’da çok sayıda İranlı feminist güç ve önem kazandı ve bugün bu feministler dayanışma içinde bir araya gelmeye başladı. İslamcı feministler, seküler feministler, kendi deyimleriyle “cinsel devrim“de (Farsça’da enqelab-i-jensi) aktif olan gençler arasında dağılım gösteren bu hareketlerin ortak noktası dünyadaki tüm feministlerle aynıdır: eşitlik için mücadele, baskıya direnme ve herhangi bir yerde ötekileşmenin her yerde ötekileşme olduğu fikrine sadık bir inanç.
2000 ve 2008 yılları arasında cinsel devrimle ilgilenen gençlerle birlikte araştırma yürütmek için İran’da uzunca vakit geçirdim. Gücünü kadınların bedeni üzerinde tiranca uygulanan ahlaki doku üzerinden işleten rejimden bıkmış olan gençler – hem kadınlar hem erkekler – rejimin iktidarını destekleyen ahlak dokusunu parçalamaya çalışarak rejime karşı direniyor. Bu gençler için cinsel devrim seferberliğindeki feminist bir eylem.
Shoreh, Tahran’da yaşayan ve 15 yaşından beri kendi deyimiyle “arkadaşlar”ı olan (Farsça’daki doorst kelimesi kullanıldığı yere bağlı olarak hem arkadaş hem sevgili anlamına gelmektedir) bekar bir kadın. O da birçok arkadaşı gibi İran dini hükümetinin dayanağını oluşturan birçok değere inanmıyor ve onaylamayışını İslamcı rejimin gücünü kaybetmemek için kullandığı ahlaki dokuya saldıran cinsel ve toplumsal hareketlerle görünür kılmaya çalışıyor. Shoreh ve arkadaşları, bedenlerinin siyasal ve toplumsal bir savaş alanı haline geldiğine inanıyor çünkü İranlı yetkililer kıyafetlerini, dış görünüşlerini ve evlilikten önce ve sonraki sosyal ve siyasi davranışlarını regüle ediyor. Bu sebeple, bedenlerini isyan için kullanarak karşılık veriyorlar. Ancak, bunun birçok kadın için çokça sonucu var – kırmızı ruj sürmenin cezalandırılması gibi günlük davranışları siyasallaştıran da işte bu sonuçlardır.
“Ruj sürmek veya sokakta yürürken erkek arkadaşımın elini tutmak politik bir eylem.” diye açıklıyor Meşhed’deki feminist blogger Laudan. “İster inanın ister inanmayın biz bunu feminist bir eylem olarak görüyoruz çünkü benim kırmızı rujum, bu baskıcı rejime meydan okuyor. Kişisel politik tercihlerimi ve cinselliğin politikasını siyaseti değiştirmek için kullanan benim.”
2009’da, cinsel devrimde aktif olan aynı gençlerin binlercesi Başkan Ahmedinejad’ın yeniden seçilmesini protesto etmek için sokaklara döküldü. Bu bütün ülkeyi ve dünyayı kasıp kavuran medeni haklar hareketi olan Yeşil Hareket’in başlangıcıydı. Feminist kadınlar yeşil kıyafetlerle sokaklara çıkarak Yeşil Hareket’in ön saflarında şeffaflık, hakkaniyet ve adalet çağrısında bulunuyordu.
İran’daki birçok aktivistin inandığı ve benim de katıldığım görüşe göre Yeşil Hareket, ABD Hükümeti üyeleri için olumlu bir değişim yaratabilecek bir direnişi güçlü bir şekilde destekleyebilecekleri kaçırılmış bir fırsattı. İranlı feministler Amerikan mevkidaşlarıyla iletişime geçmeye çalışırken ABD, Başkan Barack Obama’nın kamuoyu desteğini belirtmesi ancak başka bir hamlede bulunmamasını içeren “el sürmemek” yönünde bir yaklaşım benimsediğinden başarı, sınırlıydı.
Yeşil Hareket’ten önceki ve sonraki yıllarda feminist kadınlar, bedenlerini siyasal açıklamalarda bulunmak için kullanmaya devam etti. 2006 yılında kadınlara eşit haklar verecek hukuk reformlarını desteklemek için imza toplamak amacıyla Bir Milyon İmza kampanyasını başlattılar. 2000’den bu yana, zorunlu başörtüsünü gittikçe daha da geriye kaydırarak direnişlerini gösterdiler – ki bu hareket “milimetre devrimi” lakabıyla anılmaktadır. 2014’de İranlı kadınların başörtüleri olmadan kendilerini kamusal alanda fotoğrafladıkları resimleri içeren #MyStealthyFreedom hashtag’li sosyal medya kampanyası büyük bir hızla yayıldı. 2018’deki zorunlu peçeye karşı yapılan protestolara başörtüsü takmadan alenen katılan kadınlar, ülkeyi kasıp kavurdu.
Bu feminist hareketler, ülke çapında direniş ateşini yakmak için gerekli kıvılcımı sağladı. 2017’in sonları 2018’in başlarında farklı sosyoekonomik geçmişe sahip milyonlarca İranlı – hem sekülerler hem dindarlar – hükümeti protesto etmek için sokağa döküldü. Tetikleyici etki benzin fiyatlarındaki artıştı ancak talepler, eşitlik, hesap verilebilirlik ve şeffaflık için bastıran feministlerin taleplerini yansıtıyordu.
Geçen son birkaç ayda, bu protestolarda büyük bir canlanma görüldü. İranlılar vaatlerini yerine getirmeyen rejimi alenen kınıyor. Görünürde protestolar yine benzin fiyatlarıyla (2017’in tekrarı) ve işsizlikle alakalı. Bu dalganın ayırt edici yönüyse oy kullanma oranının az olduğu ya da genelde orta yolcu adaya oy verilen bölgelerdeki İranlılar tarafından yürütülüyor gibi görünmesi. Ancak bu hareketin ne kadar önemli olduğunu anlayabilmek için kökenine bakmak gerek. Bugünkü protestocular, feministlerin 2000’lerin başından beri talep ettiklerini istiyor.
“Biz (feministler) yirmi yılı aşkın süredir rejimden işsizlik problemini ele almasını istiyoruz.” diyor Tahranlı önde gelen feminist aktivistlerden Maryam. Bugün onların mesajları geniş kitlelere yayılmış görünüyor. Kendilerini feminist, reformist veya ilerlemeci olarak görmeyen İranlılar, İran’ın değerleri olması gerektiğini düşündükleri değerleri – feminist değerlerle uyumlu değerleri – temsil etmeyen rejime karşı sokaklarda direniyorlar. Bununla birlikte, İranlı feministler tarafından uzunca süredir dile getirilen mesajı duyurmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Bu protestoların dallarının yeşerdiğini görmek istiyorsak köklerini kabullenmemiz gerekir. Şu anki protestolardan İran feminizm tarihini silmek, İran’daki gelecek değişimi zora sokmaktadır. Dahası, bu son savaş eylemi feminist hareketi gittikçe artan potansiyel kayıplar listesine yazabilir.