Bu yazının orijinali, çeşitli kaynakların derlemesi olarak GWAnet’te yayımlanmış şu yazıdır. Aşağıdaki yazı, orijinal yazının Türkçe çevirisinin bölümlerinden biridir. Çeviren: Mete. Görsel: Hilal Güler, dijital kolaj.
Bilimsel tartışma
Bazı feministler, geleneksel bilimsel tartışmayı alanın tarihsel olarak maskülen bir perspektifin etkisi altında kaldığını öne sürerek eleştirmektedir. Evelyn Fox Keller, bilim retoriğinin maskülen bir bakış açısını yansıttığını savunmakta ve bilimsel nesnellik fikrini sorgulamaktadır.
Pek çok feminist bilim insanı, kadınların öznel ve bireysel deneyimlerine odaklanan nitel araştırma yöntemlerine güvenmektedir. İletişim alanında çalışan akademisyenler Thomas R. Lindlof ve Bryan C. Taylor’a göre, nitel araştırmaya feminist bir yaklaşım dahil etmek, araştırma katılımcılarını en az araştırmacı kadar otoriteymiş gibi gören bir eşit muamelenin uygulanmasını içermektedir. Feminist yaklaşımın dahil edileceği bir nitel araştırma yönteminde, kendi kendine düşünme becerisinin desteklenmesi ve kadınlara yardım etme projesi için objektiflik ikinci planda tutulmaktadır. Feminist araştırma projesinin bir diğer amacı da toplumda ve bilimsel/akademik kurumlarda güç eşitsizliklerinin nasıl yaratıldığını veya pekiştirildiğini açığa çıkarmaktır. Lindlof ve Taylor, araştırmaya yönelik feminist bir yaklaşımın genellikle geleneksel olmayan sunum biçimlerini içerdiğini söylemektedir.
Primatolog Sarah Blaffer Hrdy, “cinsel olmayan kadın” gibi maskülen stereotipler ve teoriler sebebiyle ortaya atılmış bilimsel terimlerin yaygın olduğunu belirtmektedir. Ona göre, bu terimler, “onlarla çelişen herkesçe ulaşılabilir sayısız kanıt olmasına rağmen” çok yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.
Doğa bilimlerinden ve sosyal bilimlerden bazı araştırmacılar, bilimsel yöntemi kullanan feminist fikirleri de detaylıca incelemişlerdir.
Cinsiyet biyolojisi
Modern feminist bilim, biyolojik esensiyalist (veya temelci) cinsiyet görüşüne meydan okumakta ancak biyolojik cinsiyet farklılıkları ve bunların insan davranışı üzerindeki etkilerinin incelenmesi ile gitgide daha fazla ilgilenmektedir. Örneğin, Anne Fausto-Sterling’in Myths of Gender adlı kitabı, biyolojik olarak esensiyalist bir cinsiyet görüşünü destekleme iddiasında olan bilimsel araştırmalarda yapılan varsayımları araştırmaktadır. İkinci kitabı Sexing the Body, ikiden fazla gerçek biyolojik cinsiyet olma olasılığını tartışmaktadır. Ona göre, bu olasılık yalnızca henüz bilinmeyen dünyadışı biyosferlerde mevcuttur çünkü Dünya’da gerçek gametlerin kutupsal hücrelere oranı asla 4:0 veya 1:3’ten (sırasıyla, erkek ve dişi) farklı olmamaktadır. Bununla birlikte, The Female Brain isimli kitabıyla Louann Brizendine, cinsiyetler arasındaki beyin farklılıklarının, cinsiyete özgü işlevsel farklılıklar için önemli etkileri olan biyolojik bir gerçeklik olduğunu savunmaktadır. Steven Rhoads’ın kitabı Taking Sex Differences Seriously geniş bir kapsamda cinsiyete bağlı farklılıkları göstermektedir.
The Mismeasure of Woman’da Carol Tavris, erkekler ve kadınlar arasındaki farklılıkları açıklamak için biyolojik indirgemeciliği kullanan teorileri eleştirmek için psikoloji ve sosyolojiyi kullanmaktadır. Tavris’e göre, ortada olan hipotez, doğuştan gelen cinsiyet farklılıklarına dair kanıtları kullanmak yerine eşitsizliği ve süregelen stereotipleri temellendirmeyi amaçlamaktadır.
Evrimsel Biyoloji
Sarah Kember – evrimsel biyoloji, sosyobiyoloji, yapay zeka ve yeni evrimcilikle birlikte gelişmekte olan sibernetik gibi çok sayıda alandan hareketle – teknolojinin biyolojikleştirilmesini tartışmaktadır. Kember, feministlerin ve sosyologların evrimsel psikolojiden nasıl şüphelenegeldiğinden bahsetmektedir. Ona göre, cinsiyet farklılıklarını değiştirilemez kılmaya çalışan, insan doğası ve doğal seçilimle ilgili kültürel değer yargılarını besleyen sosyobiyoloji gibi alanların önünde çeşitli zorluklar vardır. Feminist teoriyi “insan doğasına dair yanlış inançları” desteklemekle suçlayanlara karşı Kember, “feminizmin ilginç pozisyonunun daha fazla biyoloji ve evrimsel teori araştırması gerektirdiğini ve bu yolla yalnızca yenilenmiş hegemonyaya karşı çıkmakla kalmayıp aynı zamanda hegemonyayı yaratan koşulları da anlayabileceğimizi ve yeni fikir ve eserlerin yaratımında bir söz sahibi olabileceğimizi” iddia etmektedir.