Arşiv Kültür - Sanat

Doris Lessing’in On Dokuz Numaralı Oda Hikayesinin İncelemesi

Dikkat: Bu yazı hikayeye dair yüksek dozda spoiler içerir.

Doris Lessing, “On Dokuz Numaralı Oda” adlı hikayesinde; orta yaşlı, evli ve 4 çocuk annesi Susan Rawlings’in içsel dönüşümünü anlatır. Hikaye Susan Rawlings’in evliliği ile başlar, çocuk yapmaya karar vermesinin neticesi olarak işini bırakmasınıyla devam eder. Susan Rawlings, 4 çocuğu büyüdükten ve en küçük ikizleri okula başladıktan sonra, biraz boş vakit bulunca kendisiyle ilgili bir sorgulama sürecine girer. Kendini bulmak ve yalnız kalmak için bir süre bir otelin on dokuz numaralı odasını tutar, ancak kocasının izini bulmasıyla intiharına giden yola girilmiş olur.

Bu yazıda, “On Dokuz Numaralı Oda” öyküsünde gözlemlendiğim bazı kavramlar üzerinde durmak istiyorum. Öyleyse başlayalım.

1.   Rasyonellik

Öykü, şu cümlelerle başlar: “Bu, sanırım, zekanın boşa çıkmasına ilişkin bir hikaye: Rawlings’lerin evliliği zeka üzerine kuruluydu.” (Lessing, 2015, s.473)

Henüz başlangıçta, zekanın (Özgün metinde “intelligence” olarak geçmekte.) yani aklî olanın hem Susan hem de Susan’ın evliliği için önemli olduğunu anlamaktayız. İlerleyen kısımlarda, zekanın bu evliliğe getirdiği şeyleri görüyoruz. Bu evlilik tam anlamıyla mükemmeldir. Rasyonel iki aklın evliliğidir ve her şey toplumsal cinsiyet rolleri açısından olması gerektiği gibidir. Yirmili yaşlarının sonunda aşık olarak evlenmişlerdir ve bu yaş evlenmek için en doğru yaştır. Evliliklerinin “kusursuzluğu” toplum tarafından da onanır. Bu iki birey de, birbirlerinin sınırlarına o kadar saygılıdır ki evlenmeden önce her ikisi de başka apartman dairelerinde yaşarken, evliliği bu iki daireden birinde temellendirmenin “akıllıca” olmayacağını düşünerek, yeni bir daireye taşınırlar, çünkü “…zira bu, dairesi kullanılmayanın payına kişiliğin teslimiyeti gibi görünecekti.” (Lessing, 2015, s.474)

Susan hamile kalınca, işten ayrılır. Bir oğlu, bir kızı ve bir kız-bir oğlan ikizleri olur. Richmond’da daha büyük bir eve yerleşirler.

Liberal feminist yorumlamaya göre kadın ve erkeğin çıkarları evlilik içinde çatışır. Zekaya dayalı bu evlilik de aslında insanın rasyonel oluşuna dayanmaktadır, ancak bu elbette kadının hamile kalıp işini bırakmasına kadardır. Görüyoruz ki rasyonel davranış olarak nitelendirilen tüm gelişmeler erkeğin/kocanın rasyonel seçimlerini içermektedir. Çıkarların çatıştığı noktada, mesela kadının hamile kaldıktan ve çocuklar doğduktan sonra işi bırakan taraf olması, Susan için rasyonel bir davranış değildir. Bu evlilik dışarıdan tamamen zekaya dayalı gibi görünse de söz konusu çıkarlar olduğunda akıl yürütme erkeğin çıkarına ilerler. Eğer insanı, liberalizmde olduğu gibi rasyonel bir canlı olarak tanımlıyorsak, evlilik içindeki kadın ve erkeğin çıkarlarının çatıştığını ve “eşit özgürlük” ilkesinin bozulmuş olduğunu şu cümlelerden de anlıyoruz: “‘Çocuklar büyüyünce yeniden çalışırım.’ Susan bağımsızlığı hatrına bir işe girme hatasında bulunmadı.” (Lessing, 2015, s.477) Bu noktada asıl sorun, erkeğin rasyonel seçimlerinin kadının rasyonel seçimleri olarak sayılmasıdır. Aynı İngiliz örfi hukukunda olduğu gibi: “Karıyla koca birdir, o bir de kocadır.” (Haidi Hartmann’dan aktaran Acar-Savran ve Tura Demiryontan, 2012)

Karıyla kocanın bir olması öyküde, “Birbirlerinden ayrılamayacak şekilde evliydiler.” (Lessing, 2015, s.480) şeklinde ifade edilirken, evliliğin açık ilişki şeklinde yaşanması da erkeğin kararıdır. Evlilikteki özgürlük alanları da, yine koca tarafından belirlenmekte; liberal feminist bakış açısındaki “eşit özgürlük” kavramı ataerkil evlilik içinde yer bulmamaktadır.

Liberalizme, özellikle sözleşme teorileri bağlamında eleştiriler getiren Carole Pateman, Cinsel Sözleşme kitabında bu konuya farklı bir açıdan değinir.

“Burada üstü kapalı iki varsayım söz konusudur. Birincisi: Erkek sivil efendidir; çünkü sivil hayatı var eden ilk toplum sözleşmesini erkekler (“babalar”) yapmışlardır. İlk sözleşmeyi yapan erkekler, sivil toplumda ataerkil politik hakkın güvenceye alınmasını sağlar. İkincisi, doğa durumunda erkeklerle aynı özgür ve eşit birey statüsüne sahip olan kadınların toplum sözleşmesine katılmaktan dışlanmasının tek bir yolu vardır. Ayrıca sözleşmenin bağlayıcı olması için onların dışlanması gerekir; zira rasyonel, özgür ve eşit kadınlar sivil toplumda kadınları erkeklere tâbi kılacak bir anlaşmayı kabul edecek değildir. Şu varsayım yapılmak zorundadır: Toplum sözleşmesinin yapıldığı dönemde, doğa durumundaki bütün kadınlar zaten erkekler tarafından ele geçirilmiştir ve artık onların tebaası (hizmetkarları) durumundadırlar. Eğer tâbi kılınmış ve hizmet görmekte olan erkekler varsa, o zaman onlar da toplum sözleşmesinden dışlanacaklardır. Yalnızca,birbirlerine karşı özgür ve eşit “aile” fertleri olan erkekler sözleşmeye taraf olacaktır.” (Pateman, 2017, s.81)

Carole Pateman, liberal ve liberteryen feministlerden ayrı olarak cinsel sözleşmenin kadınları evlilik ile hapsettiğini ve bunun kadınların seçimleri olmadığını, bu durumun doğa durumunda gerçekleştiğini söylemektedir. Kadınlar doğdukları andan itibaren, öyküdeki “olması gereken evlilik” hayalinin öteki kahramanı olmuşlardır. Bu hikayede kadınların özneleşmeleri ve kendilerini var etmeleri imkansızdır. İkiz çocuklarının okulu tatile girdiğinde, Susan bunu açık olarak anlar.

“Bu tatiller süresince bir kez bile sinir krizi yaşamadı, ama bu hayat bir mahkumiyet kararını yaşamak gibiydi. (…) Ama bunu anlamak zorundaydı. Zira bu yapının -kredi borcu hâlâ yıllık dört yüz tutan beyaz ev; çok iyi nazik ve anlayışlı bir koca; hepsi gayet başarılı olan dört çocuk; oturduğu bahçe ve temizlikçi kadın Mrs. Parkes- bütün bunların kendisine bağlı olduğunu biliyordu, ama kendisinin bunda neden ve hatta ne payı olduğunu anlayamıyordu.” (Lessing, 2015, s.488)

Susan, ikizlerin kreşe gitmesi kararını “Ailenin birleştiricisi rolünden, kendine ait hayatı olan kadına doğru ağır ağır özgürleşmesi için hazırlık.” (Lessing, 2015, s.481) şeklinde yorumlar. Durumuyla ilgili görüsü Matthew’nun sözleriyle netleşir.

““Onlar ‘ayak bağı olmaktan çıkacak’ sevgili Susan, senin de kendine ayıracak zamanın olacak.” Böyle söylüyordu Matthew, Susan’ın ruhunun kendisine değil, dediğine göre, çocuklarına ait olduğu yıllarda manevi olarak onun yanında durarak onu yeterince sık övüp teselli etmiş zeki koca.” (Lessing, 2015, s.481)

Elisabeth Badinter, “Kadınlık mı Annelik mi?” adlı kitabında “Düşük ücret ödenen tam zamanlı anneler kimliklerinden de mahrum bırakılmışlardır; çünkü mesleki rekabet içinde değillerdir.” der. (2011, s.120)

Kamusal alan, bireyin kendini asıl var ettiği alandır.

Susan’ın kendine yabancılaşması ve aklındaki ilk sorular, çocukları sebebiyle işi bırakmasının hemen sonrasına rastlar.

“Böylelikle Richmond’daki bahçeli evlerinde dört çocuklarıyla yaşadılar ve mutlu oldular. İstemiş ve planlamış oldukları her şeye sahiptiler.

Ne var ki…” (Lessing, 2015, s.475)

Susan’ın, erkeğin ve sosyal inşanın kurduğu evlilik ve aile üzerinde adım adım kendi rasyonel seçimlerini kurmaya başlamasının ise yeni bir sonucu oluyor: Delilik.

2.   Delilik

Virginia Woolf, “Kadınlar İçin Meslekler” makalesinde, ataerkil aile yapısına ve evlilik düzenine uyan, kocasının rasyonel kararlarını kendi kararları gibi uygulayan kadınlara “evdeki melek” adını vermiştir. Virginia Woolf’un deyimi ile “evdeki melek’i öldürmek kadın yazar için uğraşısının bir parçasıydı.” (Woolf, 2005) Doris Lessing; hikaye boyunca bizi “evdeki melek”in ölümüne tanıklık ettiriyor. Ölen meleğin yerini ise “tavan arasındaki deli kadın” almakta. Toplumun temel değerlerine ve ataerkil kodlarına uymayı reddeden kadın için, delilik artık yeni yolculuğu oluyor.

Bu yolculuğun tarihi ise çok eski. “Tavan Arasındaki Deli Kadın” kitabında, Sandra M. Gilbert ve Susan Gubar bu mitolojik tarihten söyle bahseder:

“Bir diğer korkunç canavar olan Lilith’in öyküsü -İbrani mitolojisine göre hem ilk kadın hem de ilk canavardır- “poetik haddini bilmezliği” delilik, ucubelik ve canavarlıkla ilişkilendirilmektedir. Adem’in kaburgasından değil de Adem’in kendisinin yaratıldığı gibi tozdan oluşan Lilith, doğruluğu şüpheli Musevi ilmine göre Adem’in ilk eşiydi. Kendisini Adem’in eşiti olarak gördüğü için altına yatmaya karşı çıktı. Teslim olması için zorlandığında ise çok kızdı ve ağza alınmaması gereken İsmi söyleyerek iblislerle birlikte ikamet etmek için Kızıldeniz kıyısına kaçtı.” (s.81)

Susan’ın “delilik” işaretlerini (Lilith’in isyanını yeniden canlandırma olarak delilik), pek çok paragrafta görüyoruz. Her “deli” kadın gibi, Susan önce kendine ait bir oda talep eder. Bu oda Virginia Woolf’un odasından biraz farklıdır, çünkü Susan bu odada hiçbir şey yapmak istememektedir.

“12 yıl kendi hayatımı yaşayarak geçirdim. Sonra evlendim. Hamile kaldığım andan itibaren diğer insanlara kendimi devrettim. Artık kendim olmayı öğrenmek zorundayım.” (Lessing, 2015, s.483)

Bu süreçte Susan yalnız kaldığı zamanları yemek yapıp, dikiş dikerek geçirir. Aslında yine kendisi olmaktan uzaklaşmaktadır. Tek düşüncesi, ev ve evin içinde olup bitenlerdir. Kendinden bir iz arar. Üst kattaki (tavan arasının sembolik bir ikamesi olarak) misafir odasına yerleşir. Oraya Anne’nin Odası denir. Orada da rahat bırakılamaz. Tam zamanlı bir çalışmadan ve hiç ara vermeden sorumlulukların üzerine gelmesinden bıkan Susan, ilk kez ikizleri azarlar. Nefes alıp vermesi hızlanır. Bu olaydan sonra sık sık nefes alıp verme şeklinde krizler geçirir.

Bütün mekanlar içinde Susan’a en fazla rahatsızlık veren yer bahçedir. Bahçede bir “boşluk tehdidi” hisseder. (Lessing, 2015, s.480) Bu his en çok bahçede başına gelmektedir.

“Geniş beyaz, bahçeli evde dört sağlıklı çocukla sürülen mutlu evlilik için yüksek bir bedel ödenmelidir.” (Lessing, 2015, s.481)

Bahçe aynı zamanda sınırdır, bu sınırdan bir dere geçmektedir. Su, eril bir sınır olarak bahçenin ucunda uzanmaktadır. Bahçe aynı zamanda özgürlüğün bir adım öncesidir. Buranın ötesinde artık rasyonel seçimlerini hayata geçirebilir, kendisi için bir hayat kurabilir.

“Üstelik bahçenin düşmana nedense ellerini meşgul tutmanın daha az tehlikeli hale getirdiği rahatsızlığa, huzursuzluğa, boşluk hissine, her neyse ona – yakınlığı nedeniyle bahçede olmaktan hiç hoşlanmıyordu.” (Lessing, 2015, s.484)

Diğer yandan onu “bahçeye iten bir ateş” (Lessing, 2015, s.483) basmaktadır.

İblisi ilk defa yine bahçede görür. Lilith de özgürlüğüne kavuşmadan önce, şeytanla anlaşma yapmıştır. (Gilbert ve Gubar, 2016, s.81)

Kadın ve şeytan arasındaki ilişkinin çözümlenmesi açısından Camille Paglia “Cinsel Kimlikler” kitabında farklı bir bakış ortaya koymaktadır.

 “Kutsal Kitap, kadını erkeğin evrensel dramasının baş suçlusu ilân ettiği için sert eleştirilerle karşılaşmıştır. Öte taraftan, Yaradılış Kitabı, Tanrı’nın düşmanı olarak bir erkek işbirlikçiye, yani yılana da rol verip, mevcut hali kısmen dengeleyerek kadın düşmanlığını sonuna kadar taşımaz. Kitap, bir savunma refleksiyle Tanrı’nın gerçek düşmanı kitonyen doğaya sırtını döner. Yılan, Havva’nın dışında değil, içindedir. Havva, hem Bahçe hem yılandır. Anthony Storr cadılardan söz ederken, “Çok ilkel bir düzlemde, tüm anneler falliktir.” der. Şeytan, kadındır.” (2014, s.24)

Susan ve bahçe arasındaki ilişki düşünüldüğünde bu yorum da değerlendirilmeye açık.

3.   Hane ile Hane-Dışı

Öykü boyunca Susan’ın evine “sığamadığını” görüyoruz. Susan’ın evinde özel alan yoktur. Tüm alanlar haneye aittir. Kendine ayırdığı misafir odası bile bir süre sonra hale halkı tarafından istila edilir. Bu durum Ayten Alkan’ın “Özel Alan-Kamusal Alan Ayrımının Feminist Eleştirisi Çerçevesinde Kentsel Mekan” makalesinde şöyle geçiyor:

“Feminist kurama olduğu kadar demokrasi kuramcılarına da düşen bu görevin yanı sıra, üzerinde düşünülmesi gereken bir başka nokta, liberal geleneğin doğasında olmayan, en azından liberal gelenekle başlamayan “hanenin özerkliği” geleneğinin, nasıl olup da liberal söyleme, “mahremiyet hakları”na ilişkin mevzuata ve mekanın düzenlenmesine dahledildiğidir. Daha açık olarak belirtmek gerekirse, liberalizmin temel dayanağı birey ise, özel alan neden bireyin alanı olarak değil de “hanenin alanı” olarak tanımlanmaktadır.” (Alkan, 1999, s.13)

Aynı zamanda kamusal alan ahlak dışı bir alan olarak nitelendirilme ve kadınlar için olumsuz anlamlar içermekteydi. Erkekler içinse alttan alta bir özgürlük alanıydı. (s.14)

Susan, otel arama denemelerinde, başvurduğu 2 otelde de “ahlaksız” bir kadın olarak görülmüştü.

Susan, mahremiyet hakkı arayışını On Dokuz numaralı odada sonlandırdığını umar, ancak kocası Matthew kaldığı Fred Oteli’ni bulur. Susan ne özel ne de kamusal alanda kendini gerçekleştiremez. İntiharı seçer.

Sonuç Niyetine

Ev ve aile için iyi olan, -güncel evlilik ve aile yapısında- kadın için iyi olmayabilir. Bazı feministlere göre, kadınlar da rasyonel seçimleri olan bireyler olarak doğarken bazılarına göre doğuştan tutsaktırlar. Doris Lessing’in bu hikayesinde, evlilik ve aile olma sürecinde kadın ve aile için iyi olanın toplum tarafından önceden belirlendiği görülmekte.

Kadın bu belirlenmiş kaderden kaçmak için adımlar atsa da Matthew’ya (kocasına) karşı sesli olarak kendini ifade etmede zorlandığını görüyoruz. Kendi söylemek istedikleri ile söyledikleri arasındaki uçurum, aslında Susan’ın felaketine giden yolda önemli bir etken.

Bahçe-Şeytan-Kadın üçleminde, delilik zorunlu bir sonuç olarak öyküye sızıyor. Hatta Susan bunu üst kattaki misafir odasına sığınarak sembolik olarak ortaya koyuyor.

Susan’ın kimse tarafından bulunmama arzusu ise ne yazık ki gerçek olamıyor. Ne özel ne de kamusal alanda var olamayan Susan intiharı seçerken Lilith’in seçtiği özgürlük yolundan giderek şunları diyor.

“İblisler orada değildi. Sonsuza dek gitmişlerdi, zira kadın özgürlüğünü onlardan satın alıyordu.” (Lessing, 2015, s.516)

 Kaynakça

Acar-Savran, G., Tura Demiryontan, G. (Der.). (2012). Kadının Görünmeyen Emeği. İstanbul: Yordam Kitap

Alkan, A. (1999). Özel Alan-Kamusal Alan Ayrımının Feminist Eleştirisi Çerçevesinde Kentsel Mekan. Tartışma Metinleri, 1-27. Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi web sitesinden ulaşılan adres: http://politics.ankara.edu.tr/index.php?bil=bil_tartisma&yil=1999.

Badinter, E. (2011). Kadınlık mı Annelik mi?. Ayşen Ekmekçi (Çev.). İstanbul: İletişim Yayınları.

Gilbert, S.N., Gubar, S. (2016). Tavan Arasındaki Deli Kadın. İstanbul: Aylak Adam Kültür Sanat Yayıncılık.

Lessing, D. (2015). On Dokuz Numaralı Oda (2. Baskı). Sinem Yazıcıoğlu (Çev.). İstanbul: Can Sanat Yayınları.

Paglia, C. (2014). Cinsel Kimlikler (2. Baskı). Ankara: Epos Yayınları.

Pateman, C. (2017). Cinsel Sözleşme. Zeynep Alpar (Çev.). İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi.

Woolf, W. (2005). Kadınlar İçin Meslekler. Figen Doğan (Çev.). Metis Çeviri, 14, 94-97.

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments