Bu yazı, 26 Aralık 2008 tarihli “Government is Women’s Enemy” isimli yazının Türkçe çevirisidir. Çeviren: Mete. Görsel: Saliha Çolak, dijital kolaj.
Cinsiyetime özel ayrıcalıklar istemiyorum. Eşitlik davamızdan vazgeçmiyorum. Erkeklerden tek istediğim ayaklarını boğazlarımızdan çekmeleri ve Tanrı’nın kaplamamız için yarattığı alanda iki ayak üstünde durmamıza izin vermeleridir.
Sarah Grimké, Cinsiyetlerin Eşitliği ve Kadınların Durumu Üzerine Mektuplar, Boston, 1838
İlk feministlerden Sarah Grimké’nin yukarıdaki sözü “Feministler ne ister?” sorusuna verilen eskiden olduğu kadar şimdi de iyi olan bir cevap. Biz, kadınlar olarak, bireyler olarak, özgür olmak istiyoruz.
Feminizm, kimsenin kimse için var olmadığında ısrar eden bir savdır; devlet, teknoloji, eğitim vb. insanlar istedikleri gibi kullanabilsin diye var olan şeylerdir, öbür türlü değil. Feminizm, işlemek için insanları bir hiyerarşik baskıcı-baskılanan ilişkisi temelinde şekillenen rollere bağlayan tüm sistemleri reddetmektedir.
Feministler, kadınların özgür olmasını – erkek egemenliğinden bağımsız, ruhlarını ve vücutlarını kendi uygun gördükleri gibi kullanabilmede özgür, başkalarının zorlayıcı baskısı olmadan kendi hayatlarıyla ilgili kendi tercihlerini yapabilmede özgür olmasını istemektedirler.
Ne yazık ki, çağdaş kadın hareketlerinin içinde bir tutarsızlık beliregelmiştir. Ataerkil tutumları ve kişisel alandaki baskı yollarını reddederken kadın hareketlerinin bazı parçaları sıkça devletten ücretsiz çocuk bakım merkezleri ve ücretsiz kürtaj hizmeti gibi özel yardımlar talep eder hale gelmiştir. Ancak devletten yardım istemek kadınların baskı yaşadığı gerçeğini değil yalnızca yaşanılan baskının türünü değiştirmektedir. Anneler ve eşler olarak aşırı yüklenmektense bu sefer de vergi ödeyiciler olarak aşırı yüklenmiş oluyoruz çünkü çocuk bakıcıların, doktorların vb. de – eğer onlar da köleleştirilmedilerse! – hizmetlerinin bedelinin ödenmesi gerekiyor. Sorunlarımızı çözmek için devletten yardım istememiz, baskının bildiğimiz ataerkilerini – baba, eş, patron – alıp bilmediğimiz ataerkileriyle – yavaş yavaş hayatımızın her yerine burnunu sokan yasa koyucu sürüsü ve bürokratlarla değiştirmekten başka bir şey yapmıyor.
Ancak bunun otoriter olmayan bir alternatifi vardır – feminizmin hem psikolojik hedefleriyle hem de alternatiflerinin genellikle övülen yöntemlerinden daha uygun yöntemleri olan bir felsefi görüş. Birleşmiş Milletler tarihinde ilk seçim oyu almış kadın da hiç şaşırtıcı olmayan bir şekilde bu felsefenin bir savunucusudur: Liberteryenizm.
Liberteryenizmin özü, tüm sosyal etkileşimlerin isteyek yapılması gerektiği, kimsenin diğerine hükmetme hakkı olmadığı, bireylerin diğerlerine baskı uygulamadığı veya diğerlerini aldatmadığı müddetçe kendi hayatlarını kendilerine uygun gelen şekilde yaşama hakkı olduğu inancıdır.
Liberteryenler yasaları feshetmek istemektedirler, yürürlüğe sokmak değil. İnsanları ot içmekten, kürtaj yaptırmaktan veya paralarını kendi istedikleri şekilde harcamaktan alıkoymakla ilgilenmemektedirler. Liberteryenler, insanları sadece kendi hallerine bırakmak istemektedirler. Bizim çağdaş kompleks toplumumuzda bile istek temeliyle çalışan otoriter olmayan alternatiflerin baskıcı devlet ve kurumlardan daha iyi çalışacağına inanmaktadırlar.
Liberteryen feministler, otoriter olmayan bir toplumun otoriter yöntemlerle erişilemeyeceğine inanmaktadırlar. Eğer hedefimiz bireysel otonomi ve özgürlükse bunu bireylerin kendi tercihlerini kendileri yapma hakkını ellerinden alarak başaramayız. Eğer kendi değerlerimizi diğerlerine yeni yasalar yürürlüğe koyarak dayatmaya çalışırsak halihazırda yasalar yoluyla kendi değerlerini bize dayatanlardan farkımız kalmaz. Böyle bir durumda kendi tiranlığımızı erkeklerin tiranlığıyla değiştirmekten başka bir şey yapmamış oluruz. Pornografi karşıtı yasaları savunan feminist Catherine MacKinnon, kürtaj karşıtı yasaları savunan cumhuriyetçi Henry Hyde’dan hiçbir şekilde daha iyi değildir.
DEVLET KADINLARIN DÜŞMANIDIR
“Adil uygulamanın ve tutarlı ilkelerin avantajlarını öğrenebilirdik. İlkelerden her kopuşumuzun, her ne kadar yanıltıcı da olsa bencilce çıkarlarımıza hizmet edebilirmiş gibi gözükse de, her seferinde o ilkelerin temellerini yok etmekte olduğunu anlayabilirdik. Bazıları için tahrip edici olanın herkes için haksız olduğunu ve kendi savlarımızı diğerlerinin haklarının önüne koyduğumuz her an kendi özgürlüklerimizi şüpheli kıldığımızı ve kendimizi varlık skalasında aşağıya çektiğimizi öğrenebilirdik.”
Frances Wright, Popüler Konuşmaların Gidişatı, New York 1830
Kadınların sorunlarına çözüm bulmaları için devletten yardım istemeleri sadece ahlaki ve psikolojik olarak değil, pratik olarak da oldukça ironiktir. Devlet, yardım ettiğinden çok kadına zarar vermiştir. Birçok vakada, problemlere sebebiyet veren gereksiz ve zararlı yasaları devlet yürürlüğe geçirmiş ve ısrarla yürürlükte tutmaya devam etmektedir.
Çocuk Bakım Merkezleri
Çocuk bakım merkezleri meselesi, devletin neden kadınların dostu değil düşmanı olduğunun en iyi örneklerinden biridir. Çocuk bakım krizini devlet regülasyonları yaratmıştır! Bölgelere ayırma yasaları, gereksiz ve amaçsız “sağlık ve güvenlik” kısıtlamaları, elde etmesi zor lisanslar – hepsi birlikte insanların düşük ücretli çocuk bakımı hizmeti alamamasına yol açan şeylerdir.
Devlet, çocuk bakım merkezlerinin kendi kısıtlamaları sebebiyle oluşan azlığını görünce boşluğu çaldığı parayla normalde çocuk bakım hizmetinin verilebileceği miktardan çok daha fazlasına doldurmak için araya girmektedir. Bu paranın çoğu bürokrat yöneticilerin cebine veya New York’taki skandalların gösterdiği gibi gereksizce pahalı binaların kirasına gitmektedir (Belediye Binası’nda tanıdığı olan ev sahipleri, harap kenar mahalle evlerini normal piyasadaki değerlerinden çok daha şişirilmiş miktarlara kiralamaktadır). Fakat ebeveynlerin çocuklarına sevgi dolu bakım sağlamak için bu bürokratlara ve pahalı binalara ihtiyacı yoktur.
Daha kötüsü, ebeveynleri ve çocukları bağış kutusu rolüne sokan devlet, bunun ardından çocukların gelişimini de tıpkı devlet okullarında yaptığı gibi kontrol edebileceği bir pozisyona girmektedir. Devlet memurları, bu “çocuk gelişim merkezlerinin” (kendileri çocuk bakım merkezleri deseler de) küçük çocukları yöneticilerin sağlıklı bulduğu davranışlara göre psikolojik olarak koşullandırmasını amaçlamaktadır.
“Geleceğe yönelik düşünen çocuk gelişimi araştırmacıları arasında, çocukların ortaya çıkmakta olan yeni dünyaya hazırlanabilmeleri için yalnızca ailelere güvenemeyeceğimizi düşünenler var… Yaşamın ilk 18 ayında, beyin hiç olmadığı kadar hızlı büyüyor. Beyin ayrıca bu dönemde daha biçimlendirilebilir bir halde ve uygun deneyimlere ve düzeltici müdahalelere daha açık.”
Reginald Lowrie, Çocukların Zihinsel Sağlığı Karma Kurulu Başkanı
Çocuklarınızın hayatlarına ve zihinlerine karışmaları konusunda devlet memurlarına güveniyor musunuz?
Devlet Okulları
Eğer devlet memurlarının akıllarında ne gibi “düzeltici müdahaleler” olduğunu merak ediyorsanız devlet okullarının sistemine bakmanız yeterli. Devlet okulları yalnızca geleneksel cinsiyetçi değerleri teşvik etmekle kalmıyor bir de verimsiz ve boğucu yöntemlerle ve zorunlu programlar ve düzenlemelerle uysallığı ve otoriteye itaati telkin ediyor. Devlet, psikolojik testler ve “rehberlik” aracılığıyla devlet okullarındaki çocukların üzerinde korkutucu seviyede güce sahip. Çocukların okul hayatları boyunca yaptıklarının kayda geçirildiği gizli (ve genellikle kötü niyetle subjektif) dosyalar ve hepsinden kötüsü sözümona “hiperaktif” çocuklar için zorunlu ilaç programları devletin gücünü çocuklar üzerinde nasıl kullandığının başka örnekleri. Güya çocuklara yardım amacıyla yapılan bu şeyler, devletin ağını gitgide sıkılaştırıyor (Bu programların yararlı değil gerçekten zararlı olduğu Peter Schrag ve Diane Divoky tarafından Hiperaktif Çocuk Miti’nde ve Peter Breggin, MD tarafından Ritalin’e Cevap’ta kapsamlıca belgelenmiştir.)
Devlet okullarındaki bu uygulamalar popüler ve yaygındır. Bunların devlet temelli çocuk bakım merkezlerinde de kullanılmayacağını varsaymak gerçekçi değildir. Ayrıca, çocuk bakım merkezleri veya okullar üzerinde ne kadar kontrolünüz olduğunu düşünürseniz düşünün bunların ipinin her zaman devlete bağlı olduğunu asla unutmayın. Devlet, finanse ettiği her şeyi nihayetinde her zaman kontrol eder.
Kürtaj ve Doğum Kontrolü
Devletin kürtaj ve doğum kontrolü konusundaki sicili de daha iyi bir durumda değil. Böyle kontroller devletin gücünü olmasaydı asla tesis edilemezdi. Ve sözümona “reformlar” bir yana, kontroller ve kısıtlamalar hala mevcuttur. Çok övülen 1973 Anayasa Mahkemesi seçimleri güya “yasal kürtajı” getirmiştir ama devlet hala etkin biçimde kürtajın ne zaman ve hangi koşullar altında uygulanabileceğini ve doğum kontrollerinin nerelerde satılabileceğini kontrol etmekte ve kısıtlamaktadır. Kadın doğum kontrol aletlerini/haplarını veya bunlarla ilgili reklamları görüp göremeyeceğiniz ise hala yerel, eyalete ait ve federal yasalarla kısıtlanmaktadır. Fakat problemlere yan çizip geçiştiren Cumhuriyetçi ve Demokrat politikacıların aksine çoğu liberteryen tüm kürtaj ve doğum kontrolü yasalarının feshedilmesini talep ediyor, yavan “reformlar” gerçekleştirmeyi değil. Liberteryenlere göre, kürtaj bir bireysel vicdan ve seçim meselesidir ve devletin kadınların vücutlarını nasıl kullanabilecekleri hakkında herhangi bir söz hakkı yoktur.
Kadınlara Karşı Yapılan Diğer Devlet Kaynaklı Ayrımcılıklar
Kadınların çağdaş toplumda maruz kaldığı çoğu ayrımcılık, yasalarla ve diğer devlet süreçlerince kutsallaştırılmış ve kurumsallaştırılmıştır. Sözümona “koruyucu” işçi yasaları kadınların belirli işlerde çalışmasını engellemiş ve özel işlerde ayrımcılığı cesaretlendirmiştir. Evlilik, boşanma ve mülk yasalarının hepsi kadınlara karşı ayrımcılık uygulamıştır.
Cinsellik alanında, devletin kadınlara karşı uyguladıkları ayrımcılar bilhassa aşikar: seks işçiliğine karşı yasalar, kadınların bedenlerini nasıl kullanmaları gerektiğini dike etmekte ve genellikle erkek müşteriyi değil yalnızca kadın seks işçisini cezalandırmaktadır. Küçük kızlara erkeklerden çok daha fazla “cinsel kabahat” suçlaması yapılmaktadır. Lezbiyenler ve bekar anneler, vesayet ve evlat edinme vakalarında ayrımcılığa maruz kalmaktadır.
Hepsinden de barizi, tecavüz vakalarına diğer saldırı vakalarından farklı davranılmaktadır: Tecavüz vakalarında mahkumiyet kararına ulaşmak çok daha zordur çünkü bu vakalarda cinsel saldırı içermeyen diğer saldırı vakalarında beklenmeyen türde kanıtlar beklenmektedir. Mağdur genellikle yalnızca bir “savunucu görgü tanığı” bulmakla kalmamalı aynı zamanda kendi masumiyetini ve tecavüzcünün suçunu fiziksel olarak direndiğini kanıtlayarak göstermelidir!
NE YAPILMASI GEREKİYOR?
“Çağdaş kanaat, bin yıllık deneyimin meyvesi, kişiyi doğrudan alakadar eden şeylerin kişinin takdirine bırakılmadığı müddetçe yolunda gitmeyeceği ve bunlar hakkında, diğerlerinin haklarını korumak için yapılanlar dışında, otoritenin yaptığı her regülasyonun kesinlikle zararlı olacağıdır.”
John Stuart Mill, Kadınların Köleleştirilmesi; Londra, 1869.
Birçok feminist, “ama ihtiyacımız olan şey daha iyi yasalar ve politikacılardır” diyecektir. Liberteryenler, yasaların değişmesi gerektiğine katılırlar. Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi, ayrımcılık yasaların içine karışmıştır. Devletin tüm vatandaşlara eşit davranma sorumluluğu vardır. Kadınların kendi bedenleri, hayatları, çocuklarının hayatları ve diğerleriyle cinsel ilişkileri hakkında kendilerinin seçim yapma özgürlüğünü kısıtlayan yasalar ortadan kalkmalıdır. Fakat liberteryen feministler bu yasaların hiçbir ödün vermeksizin feshedilmesi gerektiğine inanırken kadınların diğer problemlerini çözmek için onlara özel ayrıcalıklar veren yasaların yürürlüğüne konmasına da karşıdırlar. Devletin tarihi, yozlaşmanın, gereksizliğin, verimsizliğin, israfın ve otoriter kontrolün politik sistemin doğasında olduğunu çok net bir şekilde gösteriyor. Hem ahlaki hem de pratik anlamda, kadınlar devletin “çözümleri” olmadan çok daha iyi bir durumda olurlar.
Bizim otoriter olmayan alternatifler geliştirmeye ihtiyacımız vardır. Bunlar hem var olan devlet kurumları ve hizmetlerinin yerini almalı hem de diğerlerine gönüllü eylemin nasıl çalıştığını gösteren bir örnek olmalıdır. Örneğin, feminist gönüllü eylemin şu andaki mükemmel bir örneği tecavüz kriz merkezleridir. Tecavüz problemiyle doğru düzgün hassaslıkla ilgilenemeyen polis ve mahkemelerin yarattığı kızgınlıkla pek çok topluluktan kadın işi elini alıp tecavüz mağdurlarına yardım etmek için ve tecavüz suçu hakkındaki mitleri defetmek için tecavüz kriz merkezleri oluşturdu. Çeşitli kişisel gelişim sağlık klinikleri, bir problemin devlet tabanlı olmayan çözümünün başka bir iyi örneği. Özel okullar, çocuk bakım merkezleri ve diğer önemli hizmetlerin de zaten halihazırda gönüllü topluluklar tarafından sağlanan alternatifleri bulunuyor. Liberteryenler, devlet bir yakamızdan düşse çok daha fazla ek hizmet sağlanabileceğine inanıyor. Büyük Birader’den hem politik hem psikolojik olarak kurtulmayı öğreniyoruz. İki türlü de ona ihtiyacımız yok.