Görsel: Saliha Çolak, dijital kolaj.
“Merhaba masum, namuslu kadınlar ve diğerleri!
Biliyorsunuz ki masumiyetinizin ölçüsü ne kadar namuslu olduğunuzla doğru orantılı. Başınıza bir iş gelirse sakın üzülmeyin. Şayet yeterince namusluysanız toplum olarak sizi masum bulacağız. Başınıza gelenler için de son bir kez düşünüp sizi suçlamayacağız. Son söylediğimizden emin değiliz. Tecavüze uğramadan ölebildiyseniz ve o saatte, orada, o kişiyle olmanız, bizim ölçütlerimize göre namuslu bulunuyorsa, evet, sizi suçlamayabiliriz.”
Toplum nezdinde masum olduğumuzun ölçütü, işte karşınızda: Namuslu olmak.
Burada bahsettiğimiz namus tabi ki bir canlıya zarar vermemeyi, yalan söylememeyi, hırsızlık yapmamayı, birilerinin hakkını gasp etmemeyi ve buna benzer eylemleri kapsamıyor. Buradaki namus sadece kadınların uyması gereken, diğer insanların dahil veya sorumlu olmadığı, evlilik dışı her türlü cinsel eylemi kapsıyor. Bu cinsel eylemlerin yaşanışı sırasında da kadının rızasının varlığı veya yokluğu kapsama alanına dahil değil. Cinsel organların dahil olduğu herhangi bir eylemde bulunulması bir kadının namussuz olması için yeterli bir kıstas haline geliyor. Bunun yanında diğer insanların rahatça yapabildiği gibi kıyafetler giymeyi, istediğiniz saatte bir yerde bulunmayı da kapsayabilecek bir şeyden bahsediyoruz. Kıyafetinizin açıklığı veya kapalılığı namusunuzla ilişkilidir, dışarıda bulunduğunuz saat de tahmin edersiniz ki elbette bununla ilişkilidir. Hatta gülüşünüz ve bakışınız bile ne kadar “namuslu” olduğunuzu gösteren bazı işaretler arasında yer alır.
Ne yazık ki biz kadınlar sıklıkla erkek şiddetine maruz kalıyoruz. Bu yazıda cinsel şiddetten ve cinsel şiddetin en sık rastlanan bir çeşidi olarak tecavüzden bahsedeceğiz. (Tecavüzle ilgili daha önceki yazımı okumak için tıklayabilirsiniz.) Tecavüz mağduru kadınların, yaşadıkları travmalarla tek başlarına baş etmenin yanı sıra bir de toplum tarafından “namus” kavramı altında yargılanmakla mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Ben bu kavramı benim anladığım namus kavramından oldukça uzak olduğu için “namus belası” olarak değiştirdim.
Gerçekten “Benim bedenim, benim kararım!” mı? Erkek egemen dünyada toplumlar, kadınlara ait her alanında olduğu gibi kadın bedenleri üzerinde de her zaman söz sahibi olduklarını düşünüyorlar; bilinçli tercihler ya da maruz kalınan durumlar fark etmiyor. Kendi rızanızla yaptığınız eylemler de maruz kaldığınız şeyler de, toplumsal kriterlere göre ne kadar namuslu olduğunuza karar verilerek bu namus skalasında yerini alıyor. Eğer konu kadın bedeniyse o zaman muhakkak bu skalada bir yerlerde yeriniz belirlenecek ve eğer yeterince şanslıysanız diğer kadınlardan daha iyi, daha namuslu, daha masum bulunup çeşitli baskılara daha az maruz kalacaksınız. Tecavüz gibi berbat bir eyleme maruz kaldıysanız, o çok değerli namus belası çarkı birden dönmeye başlayacaktır. Ama muhtemelen -yeterince namusluysanız- zaten tecavüz saldırganı ile mücadele ederken ölmüşsünüzdür. Hayatta kalmış ve hakkınızı arıyorsanız geçmiş olsun, 1-0 geride başlayan bir maça girdiniz demektir.
Bunları tecavüz mağdurlarını üzmek ya da incitmek için söylemiyorum. Benim ifadelerimden çok daha acı bir tabloyla zaten karşı karşıyayız. Söylediklerimin gerçekliği, çoktan her tecavüz mağduru kadının yüzüne şiddetle çarpmıştır. 2020 yılında hala kimin masum kimin namuslu olduğunu tartışıyor olmamız ise hayli üzücü. Buna üzülenlerin sayısı üzülmeyenlerin sayısından çok daha az olsa gerek. Bir avuç feminist birbirimize ve diğer kadınlara üzülüp duruyoruz.
Özgecan Aslan’ı bilirsiniz. Bir minibüs şoförünün tecavüz girişimine karşı koyarken öldürülmüştü. Yanmış cesedine ulaşmışlardı ancak. Bu korkunç olayı herkes derin bir üzüntüyle hatırlıyor, Özgecan’ın katilinden de nefretle bahsediyor. Peki ya Hande Kader? Özgecan için yas tutan o kadar insan, Hande Kader öldüğünde neredeydi? Hande’ye n’için Özgecan kadar üzülen olmadı? Neden bir avuç insan hatırlıyor Hande Kader’in vahşice öldürülmesini?
Hande Kader’i de biliyorsunuzdur. Bu yazdıklarımı keşke Hande Kader’den bihaber olan insanlar da okuyor olsa. Asıl söylemek istediklerim onlara ve bu şekilde “biz bize çalıp biz bize oynuyoruz” hissinden kurtulmakta zorlanıyorum. Bu his, yazdıklarımı daha yüksek sesle söyleme isteğimi de arttırıyor. Hande Kader, trans kadın bir seks işçisiydi. En son bir müşterisinin otomobiline binerken görüldü. Daha sonra yanmış bedenine bir ormanlık alanda rastlandı. Bu olayın sesi Özgecan’ın getirdiği sese kıyasla çok daha cılız kaldı.
Toplumun namus belası Özgecan’ı bağrına basmayı uygun görürken Hande’nin adından bile söz ettirmedi.
İki kadın, iki tecavüz girişimi, iki cinayet. İki ayrı acı, iki ayrı nefret.
İkiyüzlü bir toplum…
Peki biz ne zaman daha masumuz?
Ölünce mi? Yaşarken mi? Tecavüze uğramadan mı ölmeliyiz? Tecavüze uğrayıp ölürsek masumiyetimiz kabul olmuyor mu? Tecavüze karşı koyup yaşarken yeterince masum muyuz? Tecavüze uğrayıp yaşıyorsak vay halimize! Kendimizi bu namus belasından kurtarmak için ne yazık ki ataerkiyle ve toplumsal normlarla savaşmak zorundayız.
Kimsenin uğradığımız haksızlıklar, saldırılar, tacizler, tecavüzler üzerinde söz hakkı yok. Bizim “namuslu” oluşumuzun veya olmayışımızın uğradığımız kötülükler ile ilişkisi yok. Bizlerin, bu mağdur suçlayan namus belasına ihtiyacı yok.
Özgecan’ından Hande’sine hepsinin acısı aynı derinlikte içimizde. Hiçbirini unutmuyoruz. Hiçbirine susmuyoruz. Sizin iki yüzlü toplumunuza da namusunuza da belanıza da boyun eğmiyoruz!
Dayanışmayla!