Bu yazı Ginna Rippon‘un “The Conversation“da yayınlanan “How ‘neurosexism’ is holding back gender equality – and science itself” yazısının Türkçe çevirisidir. Çeviren: Faruk T Yalçın. Görsel: Hilal Güler, dijital kolaj
Kadınların ve erkeklerin farklı şekillerde öğrendiklerini, konuştuklarını, sorun çözdüklerini ve harita okuduklarını kanıtlamaya çalışan insanlar; genellikle, cevaplamaya çalıştıkları soruların nihai yanıtının beyin görüntüleme cihazlarında yattığını düşünürler. Onların neden böyle düşündüklerini anlamak hiç de zor değil. Eğer kız ve erkek çocuklarının ayrı okullarda eğitim alması gerektiğini ya da askerlere verilen eğitimlerin cinsiyete göre ayrılması gerektiğini savunuyorsanız; kadınların ve erkeklerin beyinlerinin belli bölgelerinde farklılıklar olduğunu işaret eden -ve dolayısıyla sizin argümanınızı destekleme potansiyeli bulunan- beyin haritaları bulabileceğinizden emin olabilirsiniz.
Kadınlar ve erkekler arasındaki farklılıklara ilişkin halen devam etmekte olan tartışmalarda “nörolojik” açıklamaların gücünden ciddi şekilde yararlanıldı. Farklı biyolojik cinsiyetlerin aralarında farklar bulunduğuna dair bazı varsayımları olan insanlar -ki aralarında pazarlamacılar, siyasetçiler ve bazı çıkar gruplarına mensup olanlar da bulunuyor- sık sık ve hevesli bir şekilde “nörobilimdeki son gelişmelere” atıfta bulundular.
Beynin biyolojik / toplumsal cinsiyet farklılıklarından veya dengesizliklerinden sorumlu olduğu düşüncesi oldukça uzun süredir bizimle. Örneğin 18. yüzyılda bazı bilim insanları; kadınların beyinlerinin, erkeklerin beyinlerinden ortalamada 140 gram daha hafif olduğunu keşfettiler. Bu bulgu çabucak kadınların erkeklerden daha aşağı bir konumda olduğunu işaret eden bir delil olarak yorumlandı. O zamandan beri kadınların beyinleri ölçüldü, tartıldı ve noksan bulundu. Bu çıkarımlar da biyolojik determinizm inancıyla, yani biyolojik farklılıkların doğal bir düzeni yansıttığı ve bunlara yapılan müdahalelerin topluma zarar verdiği inancıyla destekleniyordu.
Maalesef bu trend halen farklı biçimlerde devam ediyor. Nöroseksizm de bu trendin bir parçası. Nöroseksizm; kadın ve erkek beyinleri arasında değişmez bazı farklılıkların bulunduğunu iddia eder ve bununla birlikte bu farklılıkların neden kadınların erkeklerden daha düşük bir konumda olduğunu ve neden kadınların bazı işleri yapmaya ehil olmadığını açıkladığını ileri sürer. Bazı nöroseksist çalışmalar, beynin empati kurma, dil öğrenme ya da mekânsal bilgileri işleme gibi becerilerle ilişkili belli bölgelerinde cinsiyete bağlı bazı farklılıkları saptayarak biyolojik cinsiyetler arasındaki farklılıklara dair kullanılmaya hazır bir liste oluşturmuşlardır. Örneğin erkeklerin kadınlara kıyasla daha mantıklı olduğu, kadınların dil becerilerinin ve çocuk bakma kabiliyetlerinin erkeklere göre daha gelişkin olduğu gibi inançlar, bu listede olan bazı inançlardır.
Biyolojik Cinsiyetler Arasındaki Farklılıklar Bir Spektruma Yayılmışlardır
Gelişen beyin görüntüleme teknikleri, araştırmacılara beyinde meydana gelen bazı olayları daha ayrıntılı bir şekilde inceleme imkânı verdiği gibi onlara bu olaylarla alakalı büyük miktarda veri edinme imkânı da verdi. Bu teknikler kullanılarak yapılan bir keşif, beyinlerimizin farklı tecrübelerimizle farklı biçimlerde şekillendirildiğini gösterdi –bu tecrübelerimizin arasında bizi toplumsal anlamda bir kadın veya bir erkek kılan tecrübeler de bulunuyor. Bu keşif, biyolojik determinist yaklaşımın neden sorunlu olduğunu açıkça gösteriyor. Bununla birlikte, beyinlerin bazı nitelikleri karşılaştırılırken alınan eğitim, ekonomik ve sosyal statü gibi değişkenlerin beyin üzerindeki etkilerinin açıklanması gerektiğini de işaret ediyor.
Psikologlar kadınlara ya da erkeklere özgü olduğunu düşündüğümüz bazı kişilik özelliklerinin aslında bir spektrum üzerinde olduğunu göstermeye başladılar. Örneğin daha önceden cinsiyetlere özgü olduğunu düşündüğümüz belli davranışlara ilişkin yakın zamanlarda yapılan bir araştırmada, bu özelliklerin birbiriyle örtüşmeyen iki düzgün kategoriye ayrılmadığı gösterildi. Erkeklerin mekânsal bilgileri işlemedeki “üstünlüğünün”, ki bu köklü ve sağlam bir inançtır, azaldığına, hatta yok olmaya yüz tuttuğuna ilişkin bazı bulgular elde edildi. Ayrıca bazı kültürlerde de bu durumun tam tersine olduğu, yani kadınların mekânsal bilgileri işleme becerilerinin erkeklerinkinden daha iyi olduğu gösterildi.
Bütün bunlar burada bitmiyor, “kadın” ve “erkek” beyinleri kavramsallaştırmasının kendisinin kusurlu olduğu da bulundu. Yine yakın zamanlarda yapılan bir araştırmada her beynin farklı düzenlerden oluşan birer mozaik olduğu ve bu düzenlerin bazılarının erkeklerin beyinlerinde, bazılarının ise kadınların beyinlerinde daha çok bulunduğu; fakat bu beyinlerin hiçbirinin tamamen “erkek” ya da tamamen “kadın” şeklinde tanımlanamayacağı gösterildi.
Buna rağmen eski, “nörosaçmalık” olarak tabir edilebilecek argümanlar yok olmuş değiller. Herkes biyolojik cinsiyetler arasında farklılıkların bulunduğunu özellikle beyin resimleriyle anlatan hikayeleri seviyor. Kişisel gelişim kitapları, reklamlar, gazetelerde yayınlanan makaleler ve sosyal medya böyle hikâyelere, bu hikayeler neredeyse hemencecik yanlışlananlarına dahi, dikkatlerini çeviriyorlar.
Böyle popülist nörobilim çalışmaları genelde beyin görüntüleme tekniklerinin neler yapabileceğine ilişkin kusurlu modeller üzerine inşa edilmektedirler. Bunlar kendilerini “cinéma vérité” gibi göstermeye, beyin yapılarının ve fonksiyonlarının net tanımlarına hızlıca erişilmesine imkân sağladıklarını iddia etmeye meyillidirler. Fakat beyin haritaları aslında özellikle beyinler arasındaki farklılıkları vurgulamak için yapılan uzun görüntü işlemelerinin ve karmaşık istatistiki işlemlerin sonucunda ortaya çıkan haritalardır. Bu haritalar bize bir durumda herhangi bir beynin ne yapacağına ilişkin bir şeyler söylemezler.
Nöroçöplerin Hakkından Gelmek
Medyayı ve pazarlama endüstrisini bu konuda suçlamak kolay olsa da, bahsedilen nöroçöplerin asıl dayanağı beyin görüntülemeyle uğraşan bilim insanlarının kendileri. Bilim insanları, araştırmalarını tasarlarken farklı değişkenlerin veya araştırmalara katılacak kişilerin kim olduğunun sonuçlar üzerinde oluşturacağı etkiyi hesaba katma konusunda sıklıkla ihmalkâr bir şekilde davranıyor. “Temel” veya “büyük” gibi terimlere biyolojik cinsiyet farklılıklarını konu alan araştırmalarda pek çok kez rastlanıyor ve yine aynı araştırmalarda, verilerin açıklandığı tablolara yakından bakıldığında küçük etki büyüklükleri ve istatistiki açıdan anlamsız sonuçlar göze çarpıyor.
Bunlarla beraber; araştırmacıların, bulgularını tarihi geçmiş ve basmakalıp cinsiyet farklılıklarına göre yorumladığı örnekler de mevcut. Örneğin erkeklerin mekânsal bilgileri işlemedeki üstünlüğü ve kadınların dil konusundaki hünerleri, yapılmakta olan araştırmanın beyin görüntüleme safhasında bunlar ölçülmemesine rağmen varsayılıyorlar. Bu araştırmalar, bilimsel açıdan sorgulanabilir olmakla beraber piyasadaki nöroçöp miktarının artmasına ve ne kadar rahatsız edici olsa da kadınlar ve erkeklerin değişmez ve kesin bir biçimde farklı olduğu “gerçeğine” inancın devam etmesine katkıda bulunuyorlar.
Bu suçlama daha önce de yapıldı fakat nöroseksizme karşı çıkmak, biyolojik cinsiyetler arasında herhangi bir farkın bulunmadığını iddia etmeye denk düşmüyor. Örneğin, akıl sağlığı konusunda yapılan araştırmalar gösterdi ki kadınlar ve erkekler arasında depresyon, DEHB ve otizm gibi bozuklukların görülme sıklığı oldukça farklı. Böyle farklılıkların olduğunu kabul etmek, uygun tedavi yaklaşımlarının bulunmasında anahtar bir rol oynayabilir.
Lakin artık “erkek” ve “kadın” beyni kavramlarının kusurlu olduğunu ve yukarıda da bahsedilen cinsiyet temelli psikolojik farklılıklar listesinin standart altı bir kalitede olduğunu öğrendiğimize göre; bu farklılıkların kaynağı olarak biyolojik cinsiyete odaklanmayı bırakmalıyız. Böyle uzun zamandır benimsenen inançlarla mücadele etmek ciddi miktarda zaman alabilir. Fakat bilim insanlarının, medyanın ve halkın bu sorunların farkına varmasını sağlamak, mücadeleye başlamak için iyi bir nokta olabilir.