Tek tanıdığım sen, tek çarem sendin. Beni anlamak istemez miydin?
Nazan Öncel’in 9 yaşındayken üvey babasından gördüğü istismarı, bunu annesine anlatışı ve annesinden destek göremeyişi hakkında yazdığı Demirden Leblebi adlı şarkıyı bilirsiniz, müzik kariyerinin 21. yılında (1999) çıkardığı Demir Leblebi albümünde bulunan ve çocukken maruz kaldığı istismardan bahsettiği için aylarca linç edilmesine sebep olan şarkı… Kocasını seçen, kızı yerine kocasını dinlemeyi kocasına inanmayı tercih eden annesine Nazan Öncel’in sitemi o kadar güçlü bir şekilde hissedilir ki anlam veremezsiniz: Bir anne bunu kızına nasıl yapabilir?
Üniversitede okurken derslerdeki vakalarda dinlediğim, devlette ya da arka mahallelerde defalarca kez karşılaştığım fakat anlamlandıramadığım, üzerine yıllardır düşündüğüm bu konuyu, bu suskunluğu artık irdelemek istiyorum. Doğru veya yanlış, taraflı veya objektif….
Üniversitede okurken derslerdeki vakalarda dinlediğim, devlette ya da arka mahallelerde defalarca kez karşılaştığım fakat anlamlandıramadığım, üzerine yıllardır düşündüğüm bu konuyu, bu suskunluğu artık irdelemek istiyorum. Doğru veya yanlış, taraflı veya objektif….
Annem Tokatlı, anneannem ve dedem de öyle. Anneannem toprak zengini bir ailenin tek çocuğuyken dedem o kadar şanslı değilmiş ne yazık ki. Dedemin babası askerde ölmüş, akibeti belirsiz, babasını hiç görmemiş bile. Eşi askerde öldükten sonra bebeğiyle ortada kalan dedemin annesi Narin, kayınvalidesi tarafından kayınbiraderi ile evlenmeye zorlanmış ki ‘mal dışarı gitmesin’. Narin bunu kabul etmeyince kayınvalidesi kucağından bebeğini zorla çekip alarak Narin’i kapının önüne koymuş. Narin ağlamış yalvarmış fakat nafile, ne eve almışlar ne dedemi geri vermişler. Tek başına yeni doğum yapmış, genç, beş parasız dul bir kadın olarak Narin o kapı suratına kapandıktan sonra ne yaptı nereye gitti bilinmez. Dedem askerden dönüp annesini bulmaya karar verene kadar geçen 18 sene kayıp. Nereye gitti, kimin kapısını çaldı, nerede uyandı, Tokat gibi bir iç anadolu şehrinde belki de kaç kere taciz edildi bilemiyoruz. Ben doğmadan önce ölmüş, artık öğrenme şansım yok gibi. Fakat bu hikayeyi, belki kendi anneannenizin babaannenizin hikayesini ben daha anlatmadan tahmin ettiğinizi biliyorum. Tokat’tan Mersin’e, Iğdır’dan Çanakkale’ye neredeyse hepimizin ailesinin 1-2 nesil önceki kadınlarını ya kapılar ardına kapatıldılar ya da kapılar yüzlerine kapandı. Bizim aile hikayemizde Narin hayır demenin, susmanın bedelini tek oğlunu 18 yıl görmeyerek ödemişti. Ne yaşadığı bilinmese de en azından hayatta olduğu için şanslıydı. Gelinlikle girdiği evden kefenle çıkmadı, eceliyle öldü. 18 yıl sonra dedem onu Reşadiye’de bulduğunda annesi ve annesinin yeni kocası tarlada çapa yapıyorlarmış. Dedemin şansına o gün küsmüşler, o yüzden biri tarlanın bir ucunda diğeri öbür ucunda çalışıyorlarmış. Anlaşılan Narin susmamaktaki inadını sürdürüp kocasına ‘trip atma’ hakkı bile edinebilmiş.
Susmayan ve 18 yıl sonra hayatta kalmayı başarabildiği için şu an bile birçok kadından daha şanslı olan Narin’in yolu böyleydi. Peki susanlar?
Benzer hikayeyi Iğdırlı, kendinden 17 yaş büyük bir adamla zorla evlendirilmiş ve hala özgürlüğü için 1 yaşında bebeğiyle -tabii ki yalnız olmayarak- mücadele eden kızkardeşimden geçen akşam dinledim. Evli olduğu adamın annesi (Adına Ayşe diyelim) 13 yaşındayken 50 yaş büyük bir adamla evlendirilmiş, kızı olmuş. Eşi ölünce Ayşe tabii ki bu sefer de eşinin 52 yaşındaki kardeşiyle evlendirilmiş. Ayşe susmamayı denemiş fakat kız çocuk doğurduğu ve artık dul ‘ikinci el’ bir kadın olduğu için kendisine bu halinle erkek beğenmeme lüksün yok denmiş. Onun ödülü çocuğunun yanında kalabilmesi olmuş. Hem evlendiği adamdan hem adamın annesinden yıllarca fiziksel şiddet görmüş. Adamı istemediği halde bütün kadınlığını kullanmak zorunda kalmış hayatta kalabilmek için ve 7. çocuğu erkek olana kadar doğum yapmış. Ayşe’nin, yani kayınvalidesinin hikayesini bana anlatan arkadaşım ne yazık ki Ayşe’den sık sık benzer muamele görüyor. ‘Bazen üzülüyorum ona ama merhamet edemiyorum canıma okuyor’ diyor. Ayşe sustu, hayatta kalmayı fakat yaşamamayı seçti. Muhtemelen rezalet bir hayat yaşadı ve bunun öcünü arkadaşımdan almaya çalışıyor. Belki sadece gördüğünü devam ettiriyor, belki sadece yıllarca kendini avutmak için içinden söylediği ‘kızını dövmeyen dizini döver’ gibi yalan bir gerekçeye güveniyor, belki de devam ettirmemeyi aklının ucundan geçirmedi çünkü susulmayan bir hayatı hayal bile edemiyor. Bilemeyiz.
Son zamanlarda bu hikayelerin yanında daha umut verici, daha göğüs kabartıcı başka hikayeler duymaya başladım: annelerini özgürleştiren kadınlar. Belki artık var olan teknolojinin yardımıyla sesini duyurabilmiş, yılmadan mücadele edebilmiş, bunun mükafatını -özgürlüğünü- almış, bu zinciri kırmış, bu cendereden çıkmış; annelerine, yengelerine, ablalarına başka bir hayatın da mümkün olabildiğini göstermiş kız çocukları ve onların savaşmanın mükafatının olduğunu öğrenen anneleri. Cesaretini toplayıp kızının da desteğiyle şiddet uygulayan kocasını boşayabilen ve iş bulup kendine bir hayat kurabilen kadınlar… kocası öldükten sonra tekrar aşık olması/evlenmesi hoş görülmediği için yalnızlığa ve kendi hayatı yokmuşçasına salt annelik yapmaya mahkum edilen kadınların (bunlardan biri de sert Çerkez gelenekleriyle yetiştirilmiş babaannemdir) kızlarından gördükleri destekle ‘artık benim de bir hayatım var’ diyerek ölü toprağını üstlerinden attıklarını adeta çiçek açtıklarını dinledim/şahit oldum.
Susanlar, susmayanlar, zinciri kıranlar, kıramayıp hikayelerde kalanlar, kapıları ittirenler, kapıların arkasında yok olanlar… Şimdi, 2020 yılında bile itiraf etmek ve savaşmak zorken 50-60 sene önce belki defalarca evin erkekleri tarafından taciz edilmiş, enseste maruz bırakılmış, itelenmiş, travmaları üzerine düşünmeye fırsat bile bırakılmadan çalıştırılmış, asla fikri sorulmamış, biraz bile çabalasa senden bir bok olmaz denilerek cesareti kırılmışlar, hayatında anne babası tarafından hiç sevilmediği için 5 dakikalık şefkat görme uğruna kaçarak evlendikleri adamdan bir ömür dayak yemeye razı olanlar, çocuğunu elinden almasınlar diye kendi kimliğinden vazgeçenler… Her altını kazıdığında içinden türlü pislik çıkan aile apartmanlarında kızının uğradığı istismarı hisseden, o öyle şeyler yapmaz deyip kocasını melek ilan ederek kendini avutanlar… Hissetmeyi bırakın, bizzat bildiği halde susmanın tek çare olduğunu öğrenmiş ve kızına da bu bildiği tek çareyi öğreterek kendini de kızını da -hatta belki oğullarını da- hayatta tutmaya çalışanlar…
Bazı kadınlar susmayı öğrenmemekte ısrar etmenin bedelini ödedi, bazıları ‘aman ali rıza bey ağzımızın tadı kaçmasın’ demeyi seçti. Bazıları ise çarka ayak uydurdu hatta çarkın en büyük dişlisi oldu. Bu topraklar kadınlara susmayı öğretti: Babaanneme, Ayşe’ye, Ayşe’nin hikayesinin üzerine kuma getirilen bir versiyonunu yaşayan arkadaşımın babaannesine, hatta belki Nazan Öncel’in annesine…