Bir pazar kahvaltısıydı. Kocam ve kayınvalidem uyanmış TV izliyor, kahvaltıyı hazırlayıp onları doyurmam için uyanmamı bekliyorlardı. Kahvaltımız esnasında üçümüzün de çalışıyor olmasına rağmen bu sorumluluğun neden sadece bana ait olduğunu düşünürken kayınvalidem heyecanlı ve hevesli bir şekilde oğluşuna bir fırsattan bahsetti. “Oğluş, sevgililer gününe özel kapadokya turu varmış, gidelim mi üçümüz?”
Bu yazı pek tabii kayınvalidem hakkında kötü bahisleri anacağım bir yazı olabilir. Evet, bunu büyük bir şevk ile yapabilirim de. Ama bu yazıda başka bir şeyden bahsedeceğim, hıncımı ve hırsımı almak belki başka bir yazıya nasip olacak. İşbu yazıda, kadınların maruz kaldıklarının, eksikliklerinin silsileleşip nasıl da bir sonraki jenerasyona taştığını, haklı haklarını sonrakilerinden gasp ederek almaya çalıştıklarını, çocukluk veya gençlik dönemlerinde onlara reva görülen eksiklikleri çocukları ile nasıl tamamlamaya çalıştıklarını anlatmaya niyet ettim. Çünkü kayınvalidemin yaratıcısı en çok erkeklerdi.
Babasının biricik kızı kayınvalidem, 14 yaşında oyuncak bebeğini yanına almaması söylenerek, “Seni aldığımda sümüklerini ben siliyordum” diyen kendisinden 12 yaş büyük bir adamla evlendirilmiş. Kocasının yanında 3 çocuğu ile birlikte büyümüş, bütün hayatı kocasının evi içerisinde geçmişti. Eşler arasında mutlak hiyerarşiyi kabul eden kocası, kendisi lise okumak istediğinde “Ben lise mezunuyum, eğer sen lise okumaya başlarsan benim de üniversite okumaya başlamam gerekir, uğraşamam, o yüzden okuyamazsın” diyen, karısını kız kuzenlerinden dahi sakınan, evde olduğu esnada dışarıda olmasına müsaade etmeyen-ki iş yeri evine yürüme mesafesinde-, gecenin 3’ünde baklava açması için karısını uyandırıp, karısı baklavayı açıp şerbetini daha çekmeden yarısına kadarını yedikten sonra “Ben şeker hastasıyım bilmiyor musun, öleyim diye mi bunu yapıyorsun” diyerek karısını azarlayan bir adam. Kayınvalidem ise, kayınvalidesi ile yaşayıp hizmette kusur edemeyen, bu sorumluluğu sömürüldüğü için bir kahvaltısını dahi yerinden kalkamadan yapamayan, inat edip her şeyi tastamam hazırladığı yer sofrasında bu sefer bölünmeden kahvaltısını yapabileceğini düşündüğünde kayınvalidesinin “Küçük tüpü getir oturduğum yerden sucuk kızartacağım” isteğine maruz kaldığında yine ve yine kalkmadan kahvaltı yapamayan bir genç kadın. Gel gör ki kayınvalidem 30’lu yaşlarında önce kayınvalidesinin sonra da kocasının ölümü ile özgürlüğünü, gençliğini ve belki çocukluğunu tekrardan kazanabilmiş bir kadın.
Kocası öldükten sonra liseyi ve üniversiteyi bitirmiş, kendi parasını kazanmış, arkadaşları ile vakit geçirmiş, kahvaltısını istediği gibi yapmış, bazen de akşamları yemek hazırlamamış. Ve eğlenmiş. Ne güzel değil mi? Yapmadığı her ne varsa hepsini tek tek yapmaya ant içmiş ve yapmış da. Aferin ona.
Mesela ata hiç binmediği için ben eşim ve 6 yaşındaki kız kardeşimle at binmeye gittiğimizde kardeşimi çağırıyoruz da neden onu çağırmıyoruz diye gücenmiş, bunu nasıl istemeyeceğini düşündüğümüz için bize trip atmıştı. Bir sonraki gidişimizde o da gelmişti. Zaten ev içinde birlikte yaşadığımız kayınvalidem, date lerimize de dahil olmak istiyordu. Kayınvalidemden başbaşalık kavramını almışlardı. Yanımızdaki 6 yaşındaki kardeşimin olması ile kendini bir tutabiliyordu, o varsa ben niye olmayım diye çocuklaşabiliyordu. Çünkü çocukluğunu da almışlardı ondan. Elinde sadece -oğlu başta olmak üzere- evlatları kalana kadar her şeyi almışlardı elinden.
Film izlenecekse üçümüz izlerdik. Kocam ortada, birimiz sağında diğeri solunda. Film bittiğinde birlikte konuşur, çayı birlikte içer, yemeği birlikte yer, waffle yemeye birlikte giderdik. Hiçbirinde davet etme durumu yoktu. Biri yürüyüşe çıkalım der herkes hazırlanmaya başlardı. Yeterdi ama artık. Sadece sevişirken mi kocamla baş başa kalabilirdim.
Erkenden alması kesilen baba şefkatini kocasından göremeyince belki ilk evladı olduğu için belki erkek evladı olduğu için (Kim bilir) oğlundan almaya başladığını belirten kayınvalidem, eğer olur da bir gün evlenmeyi düşünürse bunun oğlu sebebi ile olacağını defalarca dile getirirdi. “Efendi efendi, şayet ki ben evlenmeyi düşünürüm, bunun suçlusu sensin, haberin ola” diyerek işaret parmağını kaldırırdı. Evlenmenin onun gözünde bir kaçış, daimi ve mutlak mutsuzluğun bir adım yukarısı olmasına değinmekten ziyade buna maruz kalması, birilerinin suçu olacak olması üzerinde duracağım. O evlenmek isterse bu birilerinin suçuydu, oğlunun, kocamın yani. Onu sevgiden, şefkatten, birlikte vakit geçirmekten mahrum bırakırsa bunları alabileceği son seçenek bir kocaydı. Ama o bunu değil, oğlunu istiyordu. Kocadan bir kere ağzı yanmıştı çünkü.
Anne ve karısı arasında evlatların sürekli adaleti gözetmesi gerektiğini iki kuma arasındaki adaletten bahseder gibi bahsederdi. Bir gün sınırını aşarak bana “Ben sizin mutluluğunuz için oğlumdan vazgeçtim.” diyerek sanki mutluluğumuzun onun yokluğuna bağlı olduğunu düşündüğünü aksettirmişti. Neden oğluşundan vazgeçesin anne, birimizin olduğu yerde diğerine yer yok mu, bununla birlikte birimiz varsa hep diğeri de olmak zorunda mı, ben senin kuman mıyım?
Bu süreçten sonra belki benim biraz kocamla yalnız geçirme isteğimin ayyuka çıkması, kocam evde yokken yatak odamdan hiç çıkmayıp zaten yeterince gördüğüm kayınvalidemi görmemeye çalışarak gözlerimi dinlendirmek isteyişim; kendisinin istenmediği düşüncesine itmişti onu. Evet, evliliğimin ilerleyen dönemlerinde artık ona hiçbir şekilde şahit olmak istemiyordum, ama bu artık varlığının bu denli çoklu olmasından ötürü yokluğuna duymuş olduğum arzudandı. Halbuki başlarda sadece yeni evlenmiş bir çift gibi baş başa kalmak istiyordum. Bu.
Yaşayamadığı her şeyi evlatlarına ve bana yaşatacağının teminatını veriyor, bu lütuf karşısında bunun zaten asgariyetinin farkında olan bana şımarıklığı yakıştırıyordu. Bunun yanı sıra artık o da oğlu ile baş başa vakit geçirmek istediğini açık açık dillendirmeye başlamıştı bile. Birlikte baş başa umreye gitmek istediğini, abileri, erkek yeğenleri ve oğlu ile karadeniz turu yapmak istediğini vs vs. Ben baş başa kalmak isteyebildiğim için o da isteyebiliyordu. Ama oğlunun artık kendi ailesi olduğunu gözden kaçırıyordu. Çünkü ona bunu yaşatmadılar. O da geç kalmıştı, ne kadar diğer kadınlara nazaran daha erken koşmaya başlasa da arzularının tümüne evlenmiş oğlu üzerinden kavuşmaya çalışması onu tatmin edemeyecekti. Oğlunun buna gücünün yetemeyeceğini ondan vazgeçip küserek fark edecekti. Çalınan hayatlara sahip bu kadınlar ne yapacak, neyi nasıl kazanacak?
Kayınvalidemin bir daha yüzünü görmek, sakız çiğneyişini duymak, yürüyüşünü seyretmek, birlikte kahve içmek, beni okumaya gitmeyi teklif edişini duymak istemiyorum ama hakkım varsa, yani bilmiyorum, içimden helal etmek gerekiyor. Ama yine de söz vermiyorum. Bu sanırım onu günah keçisi yapmak olurdu.