Arşiv Çeviri Teorik

Özgürlük ve Feminizm: Mary Wollstonecraft’ın Felsefesi

Mary Wollstonecraft’ın edebi kariyerinin özü, kadınların bağımsızlık ve erdem yeteneğine sahip rasyonel, özerk varlıklar olarak muamele gördükleri sosyal ve politik bir düzen hayalinden oluşuyordu. Birçok feminist Mary Wollstonecraft’ı feminist düşüncenin temel figürü olarak görüyor.

Mary Wollstonecraft, 1759’da İngiltere’de orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası Edward, bir noktada mali açıdan çok rahat olmasına rağmen, zamanla servetinin büyük bir bölümünü, getiri sağlamayan çeşitli projeler için çarçur ediyordu. Beklentilerinde hüsrana uğrayan Edward, karısı Elizabeth’i şiddetle döven, istismarcı bir alkolik oldu. Wollstonecraft, karısına tamamen boyun eğdiren ve duygusal olarak onu harap eden tacizci babasının zalim doğasından derinden etkilenmiştir. Wollstonecraft gençlik yıllarında, annesini Edward’ın dayaklarından korumak için onun yatak odasının dışında uyurdu.

Kargaşa dolu ev hayatından bıkan Wollstonecraft, bir iş bulup çalışmaya karar verdi. İlk önce bir dulun yardımcısı ve ardından zengin bir Anglo-İrlandalı ailenin yanında özel öğretmen olarak işe başladı. Özel öğretmen olmaktan bıkan Wollstonecraft, yazar olma hayalinin peşinden gitmeye karar verdi. Kız kardeşine “yeni bir tür yazar” olmak istediğinden bahsediyordu. Edebi kariyeri hızla yükseldi ve Wollstonecraft saygın bir entelektüel haline geldi. Günümüzde Wollstonecraft, özellikle 1790’da Erkek Haklarının Korunması (A Vindication of the Rights of Men) ve 1792’de Kadın Haklarının Korunması (A Vindication of the Rights of Woman) olmak üzere iki eseriyle ünlüdür.

Kadınların Acı Durumu

Wollstonecraft’ın çalışmalarının esas doğasını anlamak için geçmişte kadınların ne kadar çaresizce boyun eğdirildiğini anlamalıyız. Cinsiyetler arasındaki eşitliğin tanınması nispeten yeni bir siyasi hedeftir. Tarihin büyük bir bölümünde kadınlar, birçok önemli düşünür tarafından yalnızca güzellik ve üreme için var olan irrasyonel ve entelektüel açıdan boş varlıklar olarak kabul edildi. O zamanlarda, kadınların görünürdeki akılsızlıkları, fiziksel ve duygusal kırılganlıkları nedeniyle birçok kişi kadınların boyun eğdirilmesini gerekli ve haklı görüyordu.

Batı düşüncesinde en etkili filozoflardan biri olan Aristoteles, “erkeğin kadınla ilişkisinin doğası gereği üstünlük-aşağılık ve yöneten-yönetilen ilişkisinden oluştuğuna” inanıyordu. Kadınların aşağılanması ve küçük düşürülmesi çok eskiden kalan bir olgu değildi. Aristoteles’in kendini işine adamış yandaşlarından biri olan Ortaçağ Kilisesi Papazı Thomas Aquinas, kadınları kusurlu erkekler olarak tanımlıyordu. Aydınlanma çağında bile, kadınların güzel görünen dikkat dağıtıcı unsurlar dışında pek bir şey olmadıklarını düşünen filozoflar vardı. Immanuel Kant, kadınların, “onlar için heyecanlı bir manzara olan güzel bir akşamda, cennetin ortaya çıkmasını sağlamak için, kozmos hakkında gerekli olandan daha fazla hiçbir şey bilmelerine gerek olmadığını” düşünürdü. Kadınlara yönelik hüküm süren kadın düşmanı tutumlara rağmen, yine de cinsiyetlere daha eşit davranılması gerektiğini savunan bazı düşünürler vardı. Örneğin, Christine De Pizan 1405 tarihli Kentli Kadınların Hazinesi (The Treasure of the City of the Ladies) adlı eserinde eğitim konusunda yeni bir duruş, yani eğitimin tüm toplumsal konumlardan kadınlar için erişilebilir olması gerektiğini öne sürmüştür. Ne yazık ki, Pizan’ın radikal görüşleri, zamanının geleneksel bilgeliğini temsil etmiyordu.

Kadın Haklarının Korunması (A Vindication of the Rights of Woman)

Wollstonecraft, Kadın Haklarının Korunması’nda, tüm kadınların hak ettiği doğal eşitlik ve özgürlüğün bir tanımını ifade etmeyi amaçladı. Burada bahsedilen korunma, haklar kelimesini içeren bir başlık taşırken, Wollstonecraft’ın buradaki yazılarının çoğu kadınların eğitimine yöneliktir. Eğitim, kadınların kurtuluşunun ve özgürlüğünün en önemli unsuruydu. Bunun nedeni, Wollstonecraft’ın, Locke’un insanların boş levhalar olduğu fikrini desteklemesinden kaynaklanıyordu. Locke, herhangi bir ön bilgi olmadan doğduğumuzu ve bizi biz yapan her şeyin, Locke’un büyük önem taşıdığına inandığı yetiştirilme tarzımız ve eğitimimiz sayesinde olduğunu öne sürdü. Locke ile aynı fikirde olan Wollstonecraft, “ilkel bir fikir birliğinin etkisinin” altında olduğumuza inanıyordu. Doğuştan gelen niteliklerimiz olmadığı için, ne olduğumuzun tamamı ancak alışkanlık veya eğitim yoluyla öğrenilir. İnsanları boş bir sayfa olarak kabul eden bu fikir, Wollstonecraft’ı hiyerarşilerin hiçbir gerekçesinin ve doğruluğunun olmadığına ve “Tanrı’nın her şeyi doğru yaptığına” inandırdı.

Wollstonecraft’ın hayatta olduğu süre boyunca kadınların eğitimi erkeklerinkinden oldukça çok farklıydı. Kadınlara, dikiş dikme, sohbet etme ve ettikleri sohbetlerde çekici olma gibi beceriler öğretilirdi. Bu durum: “En mükemmel eğitim, bedeni güçlendirmek ve kalbi oluşturmak için en iyi şekilde tasarlanan anlayışın bir egzersizidir. Ya da başka bir deyişle, bireyin, kendisini bağımsız kılacak erdem alışkanlıklarını benimsemesini sağlamasıdır” düşüncesine inanan Wollstonecraft’ı çok büyük bir hayal kırıklığına uğrattı. Zihnin eğitimle şekillendirilebileceğini savunan Wollstonecraft, kadınlara erkeklerle aynı hedefleri izleme şansı verilmediği için kadın baskısının tamamen keyfi olduğuna inanıyordu.

Erkeklerin Haklarının Korunması (A Vindication of the Rights of Men)

Wollstonecraft, Erkek Haklarının Korunması adlı eserinin içinde, Edmund Burke’ün Fransa’daki Devrim Üzerine Düşünceler (Reflections on the Revolution in France) isimli ünlü eserine yanıt verdi. Burke, ileriye gitmek için yavaş yavaş ve aynı zamanda geleneklerimize ve atalarımıza olan inancımızı koruyarak ilerlememiz gerektiğine inanıyordu. Aydınlanma dönemindeki birçok siyasi düşünür gibi, Burke de siyasi yükümlülüklerin toplumu oluşturan anlaşmalar nedeniyle ortaya çıktığını savunan ‘toplumsal sözleşme teorisini’ benimsedi. Ancak Burke, bu sözleşmenin “sadece yaşayanlar arasında değil, bununla birlikte yaşayanlar, ölenler ve doğacaklar arasında” olduğunu savunuyordu. Bu düşünceden dolayı Burke, ihtiyatlı bir muhafazakarlık yolundan ilerlemeyi seçti. Burke aynı zamanda Fransız Devrimi’nin, gerçek anlamda bilgisi veya tecrübesi olmayan entelektüeller tarafından düzenlendiğine inanıyordu. “Bu kişilerin bulunduğu okulların bahçelerinde, her manzaranın sonunda darağacından başka bir şey göremezsiniz” diyen Burke, bu durumun yalnızca felakete neden olacağına inanıyordu.

Wollstonecraft, bu Savunmasında, Ancien Rejimin desteklediği monarşiye ve kalıtsal ayrıcalıklara şiddetle karşı çıktı. Buna ek olarak Fransa’nın cumhuriyetçi bir hükümet yapısı benimsemesi gerektiğine inanıyordu. Diğer bir yandan, Fransa’nın, kalıtsal ayrıcalıkları ortadan kaldırarak, herkesin eşit şartlarda rekabet ettiği daha adil bir toplum haline gelebileceğini savundu. Bu eserinde genel olarak Wollstonecraft, ticari ve mesleki bir toplumun benimsenmesiyle elde edilebilecek öz disiplinin, sıkı çalışmanın ve ilkele dayalı ahlakın öneminden bahseder. Wollstonecraft, Adam Smith’in, ticaretin, yasalarca eşit muamele gören bireylerin kabul edilebilir koşullarda işbirliği yapabileceği daha nazik ve daha eşit bir dünya yaratacağı konusundaki fikirleriyle aynı fikirdeydi.

Dini Etkiler

Richard Price’ın etkisiyle Wollstonecraft, Protestanlığın bir mezhebi olan rasyonel muhalifler olarak bilinen dini hareketin bir parçasıydı. Rasyonel Muhalifler, gelenek ve batıl inanç olduğuna inandıkları şeyler yerine kutsal kitaplarla birlikte aklın üstünlüğüne inanırlardı. Pek çok muhalif, yaşadıkları zaman için çok radikal görüş ve fikirlere bağlıydı. Kilise ve devletin ayrılmasını, kilise hiyerarşilerinin reddini ve hatta ilk günahın bir değerinin olmadığını savundular.

İnsanları Özel Kılan Nokta

Wollstonecraft, hayvanların en küçük ve meleklerin mümkün olan en büyük varlıklar olduğunu savunan bir varlıklar düzeni olduğuna inanıyordu. Bu spektrumda, insanlar, melekler ve hayvanlar arasında yer alır, ancak insanlar kendilerinden öncekiyle daha fazla paylaşımda bulunurlar. Bunun nedeni, hayvanların çevrelerine istemsiz bir tepki sonucu ortaya çıkan içgüdüleriyle hareket etmeleridir. Bu nedenle, hayvanlar çok az değişim gösterip her zaman aynı şekilde davranırlar. İnsanlar akıl kapasitesine sahip olmaları nedeniyle hayvanlardan bu bağlamda birbirlerinden ayrılırlar. Wollstonecraft şöyle diyor, “İnsanı hayvanlardan ayıran en önemli özelliği neyden oluşur? Cevap, yarımın tamdan daha az olduğu kadar basit ve barizdir; Akıldan”.

Akıl, dikkatli düşünmeye ve en önemlisi bireysel gelişime olanak sağlar. Wollstonecraft, aklı “gelişimin saf gücü ya da daha doğrusu gerçeği ayırt etme” olarak tanımlıyordu. Akıl, Wollstonecraft için yaşamın temel hedefi olan erdemin peşinden gitmemize ve bu erdemin devamlılığını sağlamamıza izin verir. Erdem, ihtiras, başkalarının görüşü veya baskılar tarafından engellenemeyen aklın yolundan gitmektir. Wollstonecraft, “otorite tarafından erdemli kılınmanın… terimler açısından bir çelişki yarattığına” inanıyordu. Bir insanın erdemli olabilmesi için, dış bir baskı veya zorlama olmaksızın becerilerini kullanmakta özgür olması gerekir.

Erdem, insanın hayatında, yalnızca özgürlükle elde edilebileceği nihai bir hedeftir. Bu nedenle “siyasi birlikler ve kurumlar, yalnızca insanın doğuştan gelen ve daimi olan haklarının korunmasına yöneliktir”. Bu yüzden, Wollstonecraft için siyasetin temel sorunu, bireylerin ahlaki gelişimine izin veren bir toplumun nasıl güvence altına alınacağıyle ilgiliydi. Bunun cevabı ise, gelişmeye istekli bağımsız bireylerden oluşan bir toplum yaratmaktır.

Radikal Bir Akım: Cumhuriyetçilik

Cumhuriyetçilik, zaman zaman kafa karışıklığına neden olabilen belirsiz ve çok yönlü bir kavramdır ve Wollstonecraft, klasik cumhuriyetçilik akımının mensuplarından biridir. Genel olarak bahsetmek gerekirse, Cumhuriyetçilik, İtalyan, İngiliz ve nihayetinde Amerikalı düşünürler tarafından geliştirilen Livy, Polybius ve Cicero gibi Romalı yazarların eserlerinde ifade edilen, klasik bir cumhuriyetçi özgürlük geleneği ile aynı eksende bir araya gelmiştir. John Milton, Algernon Sidney, James Harrington ve bahsi geçen Richard Price gibi İngiliz yazarların tümü, Cumhuriyetçiliğin ideallerine ve görüşlerine bağlılardı. Cumhuriyetçilik, karma bir anayasanın desteklenmesi, vatandaş erdeminin ve ihtiyatının önemi ve son olarak egemenlik dışı bir özgürlük düşüncesi olarak üç temel görüşe göre değişen bir bağlılık olarak tanımlanabilir.

Egemenlik Dışı Özgürlük

Egemenlik dışı özgürlük olarak ortaya çıkan üçüncü fikir akımı, Wollstonecraft’ın siyaset ile alakalı düşünce ve görüşlerinde önemli bir rol oynar. Felsefede özgürlük ile ilgili birçok farklı düşünceler vardır. Ünlü filozof Isaiah Berlin, Özgürlüğün İki Kavramı (Two Concepts of Liberty) adlı ufuk açıcı çalışmasında, olumlu ve olumsuz olarak iki tür özgürlüğün var olduğunu tartışmış ve sonrasında bu fikri savunmuştur. Pozitif özgürlük, kendi amacınıza doğru giden yolda bir karar vermek ve bu karara göre hareket etmek, diğer bir deyişle kendinizin efendisi olma kapasitesidir. Öte yandan, negatif özgürlük, kimsenin kölesi olmama fikrini benimser ve özgürlüğü dıştan gelen kısıtlamaların mahrumiyeti olarak tanımlar.

Egemenlik dışı özgürlük, özgürlük hakkında çok farklı bir düşünce tarzı öne sürer. Henrik Ibsen’in Nora: Bir Bebek Evi (A Doll’s House) adlı oyununda, ana karakter Nora, 19. Yüzyılda Norveç’in bir kasabasında sevgi dolu kocası Torvald ile evlidir. Eserde geçen yasalara göre, Torvald Nora üzerinde büyük bir etki ve güce sahiptir, Nora’nın nasıl giyineceğine, kiminle iletişim kuracağına ve evi nasıl idare edeceğine onun adına karar verebilir. Nora’nın şansına,Torvald karısına tapan bir eştir ve karısına makaron yeme yasağı dışında hiçbir kısıtlama getirmemiştir. Nora hayatının çoğu alanında dilediği gibi hareket etmekte özgür olsa da, Torvald’ın özgürlüğü üzerindeki kalıcı gücünün varlığını birçok alanda kibarca inkar ediyor.

Cumhuriyetçiler, Nora’nın hayatında süregelen bu keyfi güç yüzünden onun özgür olmadığını söylerlerdi. John Trenchard ve Thomas Gordon uygun bir şekilde: “Özgürlük, kişinin kendi şartlarına göre yaşamasıdır, kölelik ise sadece bir başkasının insafına göre yaşamaktır” diye belirttiler. Bir kimse, iyi, cömert veya nazik bir efendiye sahip olsa bile, hiçbir zaman tam olarak özgür değildirler. Algernon Sidney, “dünyanın en iyi ve en kibar adamına hizmet eden bir köle olduğu kadar en kötüsüne de hizmet eden bir köle” olduğunu ileri sürdü. Cumhuriyetçi özgürlük ideali, doğası gereği sınırsız ve isteğe bağlı olan keyfi gücün yokluğundan oluşur. Cumhuriyetçiler için özgürlük, James Harrington’ın “insanların değil, yasaların imparatorluğu” ilkesinde bahsettiği, somutlaşan bir ideal olan heves tarafından değil, akıl tarafından yönetilmek anlamına geliyordu.

Wollstonecraft, Sidney ile aynı fikre katılarak şöyle demiştir: “İnsan herhangi bir tanımlamanın esaretiyle kendi değerini düşürür çünkü akılcı bir varlığı, bir başkasının iradesine boyun eğdirmek çok acımasız ve yersiz bir güçtür”. Rasyonel varlıklar olarak doğamız bize, Wollstonecraft’ın deyimiyle “her insanın doğuştan hakkı” olan özgürlüğü kazandırır. Wollstonecraft eşitlikten oluşan bir topluma inanıyordu, “Kadınların erkekler üzerinde değil, kendileri üzerinde güç sahibi olmasını istiyorum. Bu bir imparatorluk değildir. Kadınların mücadele etmeleri gereken şey eşitliktir”.
Keyfi güç, bağımlılık ve itaatkarlık durumlarını yaratırken, bu keyfi güçten uzaklaşmak veya kurtulmak, bağımsızlık ve eşitliği geliştirir. Wollstonecraft’ın çalışmaları boyunca, kadınların durumunu sürekli olarak kullandığı en yaygın benzetme olan kölelikle karşılaştırır. Baskılanmış veya zorla boyun eğdirilmiş bireyler, kendi kaderlerinin kontrolünü ellerine alamazlar. Bu nedenle, erdemli bir birey olmayı en iyi koşullarda bile başarmaktan bir hayli uzaklaşmış olurlar. Wollstonecraft, birinin kölesi olarak yaşamanın, aşağılık ve kurnaz davranışları meydana geltirdiğine inanıyordu. Köleler, rahat yaşamak için efendilerini belli oyunlara getirerek onların gözüne girmeye çalışır. Wollstonecraft’ın görüşüne göre, “kocasına mutlak bir bağımlılık gösteren kadın, kurnaz, cimri ve bencil olur.” Onun zamanında olan evlilik, kölelikten hemen hemen daha iyiydi. Bu yüzden, kadınlar olumsuz ve kaba bir tavır takınırlardı. Wollstonecraft, “erkeklerden bağımsız olana kadar kadınlardan erdem beklemenin nafile” olduğunu düşünüyordu. Wollstonecraft, kadınların kendileri için eğitim almalarına ve çalışmalarına izin verilene kadar, “bir köleden erdem beklemek” için hiçbir neden olmadığına inanıyordu.

Yaşamın Lütfu, Bağımsızlık

Wollstonecraft, “yaşamın büyük nimeti, her erdemin temeli” olduğuna inandığı bağımsızlığın, erdeme ulaşmanın tek yolu olduğunu düşünüyordu. Ancak Wollstonecraft, kadınların erkeklerden bağımsız olması gerektiğini söylediğinde, erkeklerin desteğinden yoksun olmaları gerektiğini kastetmemiştir. Wollstonecraft’a göre iki tür bağımsızlık vardır: düşünce özgürlüğü ve sivil bağımsızlık.

Düşünce Özgürlüğü

Düşünce özgürlüğü, özgürce ve başkaları tarafından engellenmeden düşünebilme yeteneğidir. Diğer bir deyişle, “bizi her şeyden bağımsız kılan aklın, tek başına doğru kullanımıdır”. Bu tür bir bağımsızlık, ancak, kadınların yüzyıllardır mahrum bırakıldığı, düzgün ve titiz bir eğitim alarak elde edilebilir. Wollstonecraft, kadınların karşılaştığı temel sorunun güçlü ve sağlam bir eğitim eksikliği olduğuna inanıyordu. Wollstonecraft’a göre, düzgün ve uygun eğitim demek “mükemmel özgürlük hizmeti olan” “akıldan başka hiçbir otoriteye boyun eğmemek” demektir.

Fikirleri ve tartışmaları açık ve kesin bir biçimde ifade etmeyi öğretmek yerine, kadınlara, şarkı söylemek, dikiş dikmek ve sohbet etmek öğretiliyordu. “Hayali bir yarı varlık gibi eğitilerek” kadınlara gerçeği nasıl ayırt edeceklerini ve nasıl dayanıklı varlıklar olacaklarını öğretmek yerine dış görünüşlerine, çekiciliklerine ve tavırlarına önem vermeleri gerektiği öğretiliyordu. Wollstonecraft için hayat, her zaman bir mücadeleden ibarettir. Erdem ancak akıllarını ve ruhlarını test etmeye istekli cesur insanlar tarafından elde edilebilir. Wollstonecraft, kadınların, erdemin gerektirdiği düşünce özgürlüğünü ve bağımsızlığını geliştiremeyeceklerine inanıyordu. Çünkü “erkekler, akıl sahibi yaratıkların standardının neredeyse dibine düşene kadar kadınların değerlerini gün geçtikçe düşürmüşlerdir”.

Sivil Bağımsızlık

Bununla birlikte, eğer kadınların kendi inançlarına göre hareket edecek araçları olmasaydı, bu yüce düşünce bağımsızlığı idealinin tümü boşuna olurdu. İnançlarımız ve düşüncelerimiz önemlidir, ancak erdem eylemlerle elde edilir.
Wollstonecraft’a göre, “kadınlardan, bir dereceye kadar, erkeklerden bağımsız olana dek erdem beklemek boşunadır”. Erdem sadece inançlara sahip olmakla ilgili değil, eylemle ilgilidir ve bunun gerçekleşmesi için kadınlara erkeklerle aynı seçenekler sunulmalıdır. Ahlaki eşitlikçiliğe kendini adamış olan Wollstonecraft, altını çizerek “erdem ancak eşit olanlar arasında gelişebilir… eşit olmayanlar arasında toplum söz konusu bile olamaz” demiştir. Hepimiz boş sayfalar olarak dünyaya geldiğimiz için, herhangi bir kişiye bir başkası üzerinde otorite hakkı tanıyan hiçbir şey yoktur. Akıl dışında herhangi bir otoriteye boyun eğmek, karakterimizi küçük düşürüp değersiz hale getirir. Bu yüzden tüm keyfi güçler ortadan kaldırılmalıdır. Wollstonecraft, “doktor olarak çalışmış, bir çiftliğin işleyişini düzenlemiş, bir dükkan işletmiş, dik duran ve kendi becerileriyle güçlenen birçok kadının bu yüzden hoşnutsuzluğun kurbanı olarak hayatını bu şekilde boşa harcadığından” şikayet etti. Wollstonecraft zamanında, kadınların çok sayıda işte çalışması yasaklandı, uygun bir eğitimden mahrum bırakıldılar, siyasetten dışlandılar ve tamamen kocalarına bağımlıydılar.

Daha bağımsız olabilmek için Wollstonecraft, kadınların mülk sahibi olması ve kocalarından ayrı bir gelir elde etmesi gibi seçeneklere sahip olmaları için, kadınların da eşit derecede sözleşmeler veya anlaşmalar yapma haklarının olduğunu savundu. Wollstonecraft ayrıca, kadınların hem temsilciler hem de seçmenler olarak devlette rol oynadıklarını görmek istiyordu. Bununla birlikte Wollstonecraft, ” Kadınların erkeklerle aynı akıl armağanını paylaştıkları halde erkekleri münhasır yargıç yapanın kim olduğunu” sordu.

Sonuç

Siyasi felsefelerin tarihleri çoğunlukla erkeklerden oluşur ve az sayıda kadın göze çarpar. Bu durum birçok filozofun kadınları dikkate almayan veya onların varlığını tamamen yok sayan sistemlere sahip olmalarına neden olmuştur.
Wollstonecraft, Feminizm akımının önde gelen kurucularından biridir. Çalışmaları, erken feminist akımının gelişimi üzerinde derinden etkili olmuştur. Kadınların rasyonel ve özerk varlıklar olarak muamele gördüğü bir dünyaya dair ilham verici vizyonu, Virginia Wolf ve Emma Goldman gibi ideolojik olarak çok farklı ve çeşitli düşünürlere ilham verdi.
Wollstonecraft’ın sonraki düşünürler üzerindeki muazzam etkisini göz önünde yeterince bulundurmasak bile, eserleri özgürlüğün temeline dair benzersiz ve çok ilginç bir bakış açısını dile getiriyor. Erdem yaşamın birincil amacıdır, ancak erdemin var olması için özgürlük de var olmalıdır. İtaatkar olmak karakterimizin değerini düşürür ve yozlaştırır, çünkü özgürlük eksikliği aynı zamanda erdem eksikliği anlamına gelir. Yeni fikirler ve fırsatlar için çabalayarak kişinin kendi iyiliği için düşünme ve hareket etme yeteneği anlamına gelen erdemi geliştirmek için, kişinin düşünce özgürlüğüne ve sivil bağımsızlığa sahip olması gerekir. Özgürlük, sadece zorlama veya baskının olmaması değil, aynı zamanda hiçbir keyfi gücün herhangi bir kişinin haklarına tecavüz edemeyeceği bir güvence demektir. Sağlam bir entelektüel ve ahlaki karakter, yalnızca doğal ve adil bir özgürlüğün tadını çıkarmak isteyenler tarafından oluşturulabilir.

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments