Ataerkil politikalarda her zaman en “işe yarar araç” kadın bedeni olmuştur.
Sağ populist bir parti olarak AKP ve sağ populist bir lider olarak Recep Tayyip Erdoğan, iktidar olduğundan bu yana hukuku, insan haklarını, dış politikayı, milliyetçiliği, muhafazakarlığı ve hatta ekonomi politikalarını, iç politikanın işlevli malzemeleri haline getirmiştir. Bu süreçte kadın bedeninin araçsallaştırılması ise merkezi bir konuma sahiptir. Nasıl ki kamusal alandaki başörtüsü yasakları, kadın bedenini sorgulamaya açık, varoluşu koşullara bağlanmış bir araç haline soktuysa, AKP’nin iktidarı da başörtülü-başörtüsüz, muhafazakar-seküler fark etmeksizin yine kadın bedenini politik bir araç olarak kullanmaktadır. Son yıllarda, varoluşları yeterince işlevli bir malzeme olmadığı için yok sayılan LGBTİ+ özneleri de bu araçsallaştırmaya dahil olmuştur.
“Kız mıdır, kadın mıdır bilemem.”den, “LGBT, yok böyle bir şey.”e uzanan ve aslında kendini hem söylemde hem de uygulamalarda gösteren inkar, baskı ve şiddete dayalı politikalar, AKP’nin giderek güç kaybetmeye başlamasıyla birlikte daha da radikalleşmektedir. Güç kaybı nedeniyle AKP politikaları, gerçekte direkt olarak LGBTİ+ ve kadın bireylerin temel haklarına karşı olan radikal islamcıların talepleri etrafında şekillenmeye başlamıştır. Medeni Kanun’aaçıkça karşı çıkan bu talepler, “aile değerleri” ve “toplumsal değerler” sebep gösterilerek, sözleşmenin maddeleri çarpıtılarak rasyonalize edilmektedir.
2011’de, dönemin şartları gereği sözde liberal, sözde özgürlükçü AKP; varlığını iç ve dış politikalarda işlevli bir araç olarak gördüğü İstanbul Sözleşmesini imzalamıştı. Aynı motivasyonla bugün, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak işlevli bir araç oldu. AKP, varlığını sürdürmek için geçmişte yarattığı şeytanlarla bugün savaşarak öfkeli radikal islamcı kitlesini kazanmaya yemin etmişçesine davranmaktadır.
Bu karar kesinlikle hukuk dışıdır ve YOK hükmündedir. Cumhurbaşkanı, tek başına böyle bir karar veremez. Bu yaklaşım hukuka aykırıdır. Anayasa’nın 90. Maddesine göre ““Türkiye Cumhuriyeti adına Yabancı Devletlerle ve Milletlerarası Kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası Andlaşmalar kanun hükmündedir.” İstanbul Sözleşmesi hala yürürlüktedir ve muhalefet partileri bu gerçeği ısrarla savunmalıdır.
Aylardır hazırlığı süren İstanbul Sözleşmesinden ayrılık kararı, Gezi Parkı’nın vakfa devredilmesi, HDP’nin kapatılması için harekete geçilmesi, kayyumlar ve Boğaziçi eylemlerine karşı devletin tutumu, Merkez Bankası başkanlarının faiz arttırdıkları anda değişmesi ve yalnızca yandaş şirketlerin gönlünü hoş tutmak adına üretilen ekonomi politikaları, dini referans alan yargılama metinleri… Bunların her birinin ortak bir bağı olduğunu biliyoruz. Gittikçe güç kaybeden AKP radikalleşiyor. Yargılama devam ederken yılları bulan ve cezanın kendisi olan tutuklu yargılama süreleri, muhalif olan herkese vurulan terörist damgası ve insan haklarına aykırı, dini söyleme dayalı yargılamalar… Birkaç yıl daha iktidarda kalmak için yaşam haklarımız dahil her özgürlüğümüzü yok etmeye çalışan AKP’nin baskılarına karşı çok daha kararlı ve örgütlü olmalıyız. İstanbul Sözleşmesi’ni iptal etmeye çalışmak, insan haklarını iptal etmeye çalışmaktır. Kadın ve LGBTİ+ hakları, insan haklarıdır ve bu haklar korunmadığı zaman kimse güvende değildir.
Dünya çapında her geçen gün güçlenmekte olan ve haklarını, özgürlüklerini geri almak için mücadele eden Feminist ve LGBTİ+ tarihi, Türkiye’nin bugününü utançla anacaktır. 20 Mart 2021, AKP’nin miadının dolduğu gündür. Feminist ve liberal bilincimiz gereği İstanbul Sözleşmesi’nden bir adım geri gitmeyeceğimizi ilan ediyoruz!
İstanbul Sözleşmesini tam halde okumak için tıklayınız.