Arşiv

Simone de Beauvoir Ne Anlatıyordu?

Bugün 9 Ocak 2021. Ünlü varoluşçu feminist filozof, Kadın: İkinci Cins (1949) kitabının yazarı Simone de Beauvoir 113 yaşında. Feminist literatürü inceleyen herkesin yolu mutlaka Simone de Beauvoir’den geçer; ancak kendisi yine de 21. yüzyılda hakkında en az konuştuğumuz feministlerden biri olmuştur. Doğum günü vesilesiyle bugün Simone de Beauvoir ne anlatmıştı, biz ne anlamıştık ve nihayetinde güncel feminizmin çekirdeğine varoluşçu feminizm nasıl işlemiştir; bazı feminist yazarlardan da derlemelerle bunları hatırlamak istiyoruz.

Feminizm tarihini ve belli başlı akımları incelediği Feminist Düşünce kitabında Rosemarie Putnam Tong, Simone de Beauvoir’i şöyle anlatır:
“Varoluşçuluğun ontolojik ve etiksel iddialarını nasıl uyarladığını açık hale getirmek için, de Beauvoir, başından itibaren, erkeklerin kendilerini Ben (Self) kadınların da Diğeri (Other) gibi algıladıklarını ilan etmişti. Dorothy Kautmann McCall’a göre, de Beauvoir’ın, Sartre’ın tezlerini İkinci Cinste geliştirmesi (yani erkekler, Ben, kadınlar Diğeri olarak), tamamen kendine hastır. Eğer, Diğeri Ben’e bir tehdit oluşturursa, o zaman kadınlar erkeklere bir tehdit oluşturmaktadırlar; eğer erkekler özgür kalmak istiyorlarsa, kadınları kendilerine boyun eğdirmek durumundadırlar. Tabidir ki, kadınlar baskı ile tanışık olan yegane Diğeri değillerdir; siyahlar da beyazların baskısı altında kalmanın ne demek olduğunu bilirler; fakirler de zenginlerin baskısının ne demek olduğunu bilirler. Yine de Kautmann McCall, erkeklerin kadınları baskı altında tutmasının iki nedenden dolayı özgün olduğunda ısrar etti: “Sınıf ve etnik baskıdan farklı olarak kadınlara yönelik baskı bazan mücadele edilen ya da tersine döndürülebilecek, olası (contingent-ihtiyati ) bir tarihsel olgu değildir. Kadınlar her zaman erkeklere boyun eğmiş durumda idiler. İkinci olarak. Kadınlar, erkeklerin öz kadınların öz olmadığı gibi dışardan bakan birisinin görüşünü içlerine sindirmişlerdir’” (Tong, 2006, s. 320).

de Beauvoir’a göre tarih, kadınların ötekileştirilmesinin ve erkeklerin kendilerini birey ve özne kılabilmeleri için bu ötekileştirmeyi araç olarak kullanmalarının tarihidir. İkinci Cins kitabı bu tarihsel incelemeleri içerir. Beauvoir, kadına özgü baskının temellerini, erkeğin doğurganlıkla kurduğu ilişkinin tarihinde arar. Kitabın, Tarih adlı bölümünde göçebelikten yerleşik hayata geçişi inceleyen Beauvoir, tarım toplumlarına geçişle soy devamlılığı ve toprak sahipliğinin öneminin artmasına vurgu yapar, kadın da bu bağlamda Toprak-Ana’dır; hem çocukların tohumlarını bedeninde taşır hem de mülk topraklarının bereketinde mistik bir etkisi vardır. Taş döneminden Tunç dönemine geçiş ve erkeğin, alet kullanmaya başlayarak doğayla ilişkide etkinleşmeye başlaması, biyolojik avantajlarıyla da birlikte ona bir iktidar sağlar. Erkek, doğaya hakim olduğunu düşünmeye başlar ve üremede rolünü idrak eder. Bunun sonucunda da kadını hizmetkar konumuna yerleştirir. “Erkek, doğanın boyunduruğundan kurtulduğu an, kadının boyunduruğundan da sıyrılmıştır.” (Beauvoir, 1993, s. 83) Kadın her halükarda Öteki olmaya mahkumdur; tanrıça olduğunda da hizmetkar olduğunda da. Kadına gücü veren de erkektir, ondan alan da. Yazara göre bu yüceltme ve aşağılama karşıtlığı, aynı edilgenleştirmenin, ezilmenin farklı tezahürleridir.

Bu edilgenleşme, kadın-erkek ilişkisine özellikle eğilmeyen çağcıl siyasal öğretilerce de giderilemez. Yine Putnam bu incelemeyi özel mülkiyet bağlamında şöyle aktarır:

“…de Beauvoir’a göre, erkek ve kadın arasındaki ilişkiler kapitalizmden sosyalizme geçsek bile otomatik olarak değişmemektedir. Kadınlar sosyalist toplumlarda da kapitalist toplumlarda da oldukları gibi sadece Diğeri olarak kalıyorlar. Engels, erkeklerinin iktidar gücünü özel mülkiyete bağlarken yanılıyordu veya bu şekilde kadınlara yönelik baskıyı da kapitalizmin kaynaklarına bağlarken yanılıyordu. Beauvoir’a göre, ‘“insan bilinci Diğerini belirlemek için orijinal bir yönelim/istek içermemiş olsa, bronz oyuncakların keşfi kadınlara yönelik baskının nedeni olmayabilirdi.’” Engles’in sunumu kadınlara yönelik baskının özel mülkiyet kurumunun zorunlu bir sonucu olduğu konusunda onu ikna etmemektedir” (Tong, 2006, s. 324).

Josephine Donovan’a göre Beauvoir’ın özgünlüğü, kadın meselesine varoluşçu yaklaşımı ve kültüre ağırlık verdiği kadar bireyi de bu bağlamda ele almasıdır:

“Simone de Beauvoir’ın feminist kurama katkısı, kadının kültürel ve politik statüsünü açıklama varoluşçu vizyonu kullanmış olmasıdır. Çünkü de Beauvoir, bu diyalektiğin bir kültür içinde olduğu kadar birey içinde de baskın olduğunu kavramıştı: ataerkil bir kültürde, erkek ya da eril olan olumlu ya da norm olarak kurulurken, kadın ya da dişilik olumsuz, esas olmayan, normal dışı, yani kısaca Öteki olarak kurulur. ‘“Erkek kadına göre değil, kadın erkeğe göre tanımlanır ve ayırt edilir, esas olan erkeğe karşı kadın esas değil, rastlantısaldır. O (erkek), Özne ve Mutlak konumdadır – kadınsa Ötekidir.’” (Donovan, 2014, s. 232)

Yani kadının öteki oluşu yalnızca sosyal bir önkabul veya kalıplaşmış ilişkiler ağı değil, kadınların da içselleştirdikleri bir algıdır. Kadın da kendini erkeğin kadın kurgusu üzerinden yorumlamaktadır. Bu noktada de Beauvoir, psikanalizin kadın körü olması, marksist ideolojinin kadın körü olarak dünyayı sınıfsal bir şekilde yorumlaması, biyolojik olarak kadın bedeninin ötekileştirmesi gibi temel ideolojik algılayışlar üzerinde düşünür. de Beauvoir için kadının ikinci cins olması ontolojik bir meseledir. Aşılması gereken şey bu “kendi varlığını ele alma tarzı”dır. Burada Simone de Beauvoir’ın, İkinci Cins adlı eserinde “Kadın doğulmaz, olunur.” diyerek, Sartre’ın “Varoluş, özden önce gelir.” düşüncesini kadın olmak bağlamında ele alıp özgün bir şekilde yorumladığı da hepten açığa çıkar.

Günümüzde Simone de Beauvoir’den Ne Öğrenebiliriz?
Beauvoir, toplumsal cinsiyet kavramını direkt olarak kullanmasa da, toplumsal cinsiyetin kavramsallaşması ve feminist tartışmaların merkezine oturmasına katkıda bulunmuştur. Feminist yazar, birçok feminist kuramcı tarafından çokça dikkate alınır ve eleştirilir. Örneğin, eşitliğin gerekliliğini vurgulayan Beauvoir evrensel, homojen, durağan erkek ve kadın tanımları yaptığına, erkekler ve kadınların kendi cinsleri arasında da bulunan etnik, sınıfsal vs. farklılıkları gözardı ettiğine ve ikili cinsiyet anlayışıyla heteronormatif kalıpları sürdürdüğüne dair eleştiriler alır. Judith Butler, Cinsiyet Belası’nda (1999) Simone de Beauvoir’ın toplumsal-biyolojik dikotomisine karşı çıkar. Kültür, bedenler üzerine “yazılan” etkin bir süreç, bedense üzerine akıl ve kültürle bir şeylerin işlendiği pasif, nötr bir alan değildir ona göre. Butler, bu ayrımın kökeninin erkeği akla, kadını bedene atfeden anlayışta olduğunu iddia eder. Ayrıca Butler’a göre, Beauvoir’ın yaptığı ayrımda “toplumsal cinsiyetini icra eden, toplumsal cinsiyeti haline gelen bir “ben” vardır ve bu “ben” ile cinsiyeti arasında, ne kadar kısaltılmış olursa olsun bir mesafe kalır, bu durumda da tam anlamıyla özdeşleşmeden bahsedilemez.

Simone de Beauvoir’den sonra Julia Kristeva kadının konumunu anlatmak için “abject” kavramını kullanmış ve de Beauvoir’in kavramsallaştırdığı ötekiyi daha ileriye taşımıştır. Kristeva’ya göre kadın tarih boyunca abject (iğrenç) olmuştur. Kristeva’ya göre abject kaçınılandır.
“İğrenme (abject) fizyolojik olarak bedene işaretlenmiş̧ kendisine karşı bir dizi etkiye sahiptir. Yiyecekten, kirden, atıktan, pislikten tiksinme. Beni koruyan spazmlar ve kusmalar. Beni kirden, dışkıdan, pislikten ayıran ve uzaklaştıran iğrenme ve mide bulantısı. Gizli anlaşmanın, aynı zamanda iki yanda birden olmanın, ihanetin alçaklığı. Beni bu alçaklığa yönelten ve bundan uzaklaştıran büyüleyici irkilme” (Kristeva, 2004: 15.)” Kristeva’ya göre kadın bedeni de bir abject’tir.
Kristeva, Beauvoir Aramızda adlı kitabında da Beauvoir’ın, kadınların özgürleşme tarihini belirginleştirmede ne derece etkili olduğunu şu sözlerle vurgular:

“Simone de Beauvoir’ın yaşamı ve eserleri (1908-1986), iki cinsin uzun süre boyunca ortaklaşa hazırladığı ve hem kişisel kaderimiz hem de gezegenin politik geleceği üzerinde öngörülemeyen etkilerde bulunmaya devam eden büyük bir antropolojik devrimi somutlaştırır. Aristokrat ve varoluşçu bir filozof olan, “rıza göstermeyi” kabullenmeyen bu özgür ruhlu isyankâr kadın, aşkta ve yazıda riskler almak suretiyle, kendisini önceleyen ve çevreleyen kadınların dağınık ve bastırılamaz özgürlük hareketlerini toparlayıp bir araya getirmeyi başardı; sonunda ete kemiğe büründürmeyi başardığı bu antropolojik devrimi berraklaştırabildi, radikalleştirebildi ve üstlenebildi. Kendi çevresine ve eğitimine karşı çıkan –toptan karşı çıkan– kadınlara tüm tarih boyunca dayatılan koşulları tahlil eden bu Fransız aydını, binlerce yıllık ataerkil ve eril tahakkümün ardından “ikinci cinsin” özgürleşmesini herkesten daha çok hızlandırmayı bildi. Onun eserleri, doğum kontrolü, iş dünyasına ve siyasete özgürce katılım yoluyla kadınların kendi bedenlerine sahip çıkma ve düşünsel yaratıcılıklarını geliştirme hakkı için mücadele eden geniş bir uluslararası hareketi seferber etti.” (Kristeva, 2016, s. 8

Üçüncü dalga feminizm kadının her alandaki ötekiliği üzerinde çalışmış ve dilden söyleme, kültürden pratiklere, performans kavramından, Queer Teori’ye dek kadının ve LGBTİ+’lerin ötekiliği üzerinden ayrıntılı bir sorgulamaya girmiştir. Cinsel özgürlük meselesi de yine bir özne olma meselesi olarak ele alınmış ve yeni bir kadın kavrayışı kültürün yeni dinamiği olmuştur. Her ne kadar adını az ansak da Simone de Beauvoir tüm bu süreçlerin, tartışmaların gelişmesine bir dayanak olmuştur.
113 yaşın kutlu olsun Simone de Beauvoir, manevi annemiz.

Kaynakça:
Beauvoir, S. (1993). İkinci Cins: Kadın. Bertan Onaran. (Çev.) İstanbul:Payel Yayınevi
Butler, J. (2012). Cinsiyet Belası. Başak Ertür. (Çev.) İstanbul:Metis Yayınları
Donovan, J. (2014). Feminist Teori. Aksu Bora, Meltem Ağduk Gevrek, Fevziye Sayılan. (Çev.) İstanbul: İletişim Yayınları
Kristeva, J. (2014). Korkunun Güçleri. Nilgün Tutal (Çev.) İstanbul:Ayrıntı Yayınları
Kristeva, J. (2016). Beauvoir Aramızda. Özgü Berksoy. (Çev.) İstanbul:Sel Yayınları
Tong, R.P. (2006). Feminist Düşünce. Zafer Cirhinlioğlu. (Çev.) İstanbul:Gündoğan Yayınları

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments