Uzun bir yürüyüş sonrasında sesleri duymaya başladık. Kadınlar sloganlarla Taksim diyordu. Neredeyse 1 aydan fazladır 8 Mart Yürüyüş Komitesi’nin sosyal medya hesaplarını takip ediyorduk. 1 aydan fazla süredir Taksim’e gireceğimiz konusunda kafamızda bir şüphe kalmamıştı. Bununla ilgili bir hashtag’leri dahi vardı. Dolayısıyla kendimizi buna hazırlamıştık.
Süleyman Soylu Taksim dışında her yerde eylem yapabileceğimizi söylediğinde de yine komitenin hesabını takip ettik. Taksim söyleminden bir geri dönüş yoktu. Biz bir örgütle yani LiberFe olarak bu eyleme katılacak olsak da, liberal ve liberteryen olmamızdan dolayı bu konuda örgütsel bir tavır koymamıştık. Dileyenler Taksim’i zorlayabilirdi, dilemeyenler de zorlamayabilirdi. Bunu bireysel bir karar olarak gördük, ama 8 Mart’a dek komitenin tüm paylaşımlarından çıkardığımız Taksim’in zorlanacağı idi ve çoğumuz buna hazırdık. Zaten eyleme katılan kimse o gece direnişten dönmedi.
8 Mart eylemi kitlesel bir eylem. 300 kişinin toplandığı, lokal örgütlerin kontrolünde, sloganların dahi kontrol altında olabildiği bir eylem değil. Bireysel katılımın çok fazla olduğu, komitede bulunmayan kadın örgütlerinin de katıldığı kitleselleşmiş bir eylem. Zaten 8 Mart alanını güzel yapan da bu çeşitlilik. Her görüşten feministin pankartlarının olduğu bir alan. Ama ne yazık ki çoğunluğu sol örgüt geleneğinden gelen Türkiye’deki feminist örgütlerin bu kitlesel eyleme karşı yaklaşımları gerçek dışı bakış açıları içeriyor. En başta bu alanı kontrol edebileceklerine inanıyorlar – ki bu inanç çok ciddi yanılgıları içinde barındırıyor. Bunu bu sene çok net olarak gördük. 1 aydan uzun süre Taksim’i zorlayacağının ilanını veren 8 Mart komitesi o gece aniden karar değiştirdi ve kitlesel katılımın olduğu bir eylemi kontrol edebileceklerini düşündüler.
Bundan daha fazlası da var. Sonradan öğreniyoruz ki 8 Mart alanında yaşanan bu gerilim aslında örgütler arası rekabetin alana yansımasından başka bir şey değilmiş. Biz, komitenin yürüttüğü süreçlerden, çirkin örgütler arası rekabetlerden ve görüş farklılıklarından bihaber olan feminist kadınlar olarak 8 Mart’ın ortasında çirkin bir ahlaki ikilemin ortasında bırakıldık ve bu ahlaki ikilemi yaratan en başta 1 aydan uzun süredir Taksim’e gireceğinin haberini veren ve kitlesel eylemi buna göre yönlendiren, ancak sonra çok ani karar değişikliği ile kitleyi yetersiz iletişimle Karaköy’e yönlendirmeye çalışan 8 Mart Yürüyüş Komitesi idi.
Bu alana Taksim’e girmek adına çağırılmış kadınlar olarak, alanda terk edildik ve polisle karşı karşıya kalan bir grubun yanında mı yoksa Karaköy’e giden grubun içinde mi olacağımıza karar vermek durumunda kaldık. “Liberaller” olarak böylesi gerilimli karşılaşmalar pek hoşumuza gitmese de kendi içinde her birimiz bu ahlaki ikilemi yaşamış oldu. Kalmak durumundaydık, çünkü birincisi çirkin örgütler arası rekabetten haberimiz yoktu. İkincisi komite aylardır Taksim’i zorlayacağımızı söylemişti ve bu kitleyi Karaköy’e yönlendiren grup komite miydi değil miydi bilmiyorduk. Yani alanı terk edenlerin kim olduğu konusunda bir fikrimiz yoktu. Kalanların da kim olduğunu bilmiyorduk. Sadece orada açık olarak gözaltına alınacak ve şiddet görecek bir grup kadın vardı ve bu bir grup kadını pervasızca terk edip gidemezdik.
LiberFe olarak ne yapalım, sorusunu da sorduk. Yine aynı cevabı verdik. Dileyen kalsın dileyen gitsin. Kimse gitmedi çünkü bu çok açık olarak yürüyüş komitesinin çağrıları ile Taksim’e girmeyi kafayı koymuş, sayısı hiç de az olmayan kadınları yalnız bırakarak, Karaköy’e eğlenmeye ve oradan da after party’ye geçme gibi bir planımız yoktu.
Tüm bu yaşananlardan sonra, evlerimize dönüp dönen tartışmaları okumaya başladıktan sonra ise ideolojik olarak farklı kutuplarda yer alan kadınların bulundukları örgütler arası bir rekabetin ürünü olduğunu öğrendik bu manzaranın.
Sol örgütlenmeler ile geçmişi olan LiberFe kadınlarının da şahit olduğu bir gerilimin alana yansımasıymış mesele. En başından beri feminizme burun kıvıran ve feminizmin mücadeleyi böldüğünü iddia eden gruplar, bir süredir 8 Mart’ı “domine” etmeye çalışıyor -imiş. İddia bu. Kendi politikasını ortak bir eylemlilik üzerinde baskı kurmak için kullanan sol örgüt, tanımlaması kulağa yabancı gelmiyor. Daha önce kendi yaşadığım bir deneyimi de hatırlattı. Genç-sen (Öğrenci Gençlik Sendikası) ilk kurulduğunda sol örgütlenmeler arasında bağları geliştirip ortak bir hat kurabilecekleri bir zemin olmayı vadediyordu. Daha sonra genel kurullarında gördüğümüz ise sol gruplar arasında rekabet ve kendi politikalarını sendikanın politikası yapma çabası dışında bir şey olmamıştı. Bugün bu sendika ne durumdadır bilmiyorum ama faaliyet alanının bu derece dar olmasının en önemli nedeni isim vermeyeceğim sol örgütlenmelerin tüm işleyişi ve sendika fikrini tüketmiş olmasıydı.
Kimlik siyaseti bugün başat siyaset ve sosyalist örgütler de feminizme kayıtsız kalamıyor. Önceden sosyalist grupların içindeki özerk ya da özerk olmayan kadın örgütlenmelerinden bahsederken, bugün tamamen özgürlüğüne kavuşmuş feminist örgütlerin baskın rol oynadığı bir süreçteyiz. Böylesi bir durumu liberaller de kendi içlerinde yaşadılar. Pek çok liberal ülkedeki ilk yaygınlaşan feminist hareket dalgasına karşı liberalizmlerini korumaya almaya çalışırken, bugün çok azının buna çabaladığını görüyoruz. Kimlik siyaseti ana akımlaşırken, bu dünyayı sınıfsal olarak ayıran sosyalistler için iyi bir haber değil. Yine de 8 Mart’ı yalnızca emek düzleminde okumaya ve bu politikalarını komite üzerinde bir baskı aracı olarak sunmaya çalıştıklarına eminim. Sorun komitenin, Taksim’e girmemesi değil. Sorun 1 aydan fazladır komitenin Taksim’i zorlayacağını söylemesi ama çok ani bir kararla oradaki tamamen heterojen ve kitlesel grubu terk etmiş olması. Eğer en başından beri Taksim’e girilmeyeceği söylense idi, kendi politikalarını dayatmak adına orada bulunan bu grubun ya da grupların dışındaki bireyler de ahlaki bir ikilemin ortasında kalmayacaktı.
En acısı da komitenin asla özeleştisini vermemesi. Kendi konumları gereği gerilim içinde oldukları sol gruplara karşı “Yanlış yaptık.” demekten çekindiklerinden mi, yoksa içeride dönen tartışmayı dışarıya taşımayı istememelerinden mi bilmiyorum. Tek bildiğim örgütsüz kadınları Taksim’e girmek adına Sıraselviler’e çağırdıkları ve sonra kendi aralarında dönmeye karar verdikleri. Bu kabul edilemez. Sebebi her ne olursa olsun. 1 aydır Taksim diye diye Taksim’e kanalize ettikleri insanlar dövülerek gözaltına alınırken, after party düzenleyebilmek ise hiçbir akla ve vicdana sığmayan bir hareket. Dahası gözaltılar olurken, herkes bu anların videosunu paylaşırken komitenin hesabında “Karaköy çok güzel.”, “After Party’miz var.” paylaşımlarının olması ve bir süre bu durumla ilgili bir sansürün yaşanmış olması da kabul edilemez.
Tek bir kadın bile, örgütler arasındaki bu gerginliğin kurbanı olduysa 8 Mart Komitesi’nin içeride değil, dışarıya açık şekilde öz eleştiri vermesi gerekir. Kadınlar örgütlere ve örgütlerin kendi aralarındaki gerilimlere indirgenemez. Bu gerilimler arasında hiçbir kadın oyuncak edilemez. 8 Mart birey birey teker teker bütün kadınlarındır.