Bu yazı Speak Freely’de “We should teach girls to be individualists, not feminists” adıyla yayımlanan yazının Türkçe çevirisidir. Çeviren: Mete.
Kendimi hiç feminist olarak görmememe rağmen birçok kez feminist olduğum söylendi. Eğer feminizmin derdi fırsat eşitliğiyse bunun için yeni bir kelime icat etmenin bir mantığı olmadığını düşünüyordum. Elimizde bunun için zaten “bireycilik” vardı. Ancak “feminizm” terimi ilk anlamını aşıp geride bırakalı çok oldu. Akımın başarıları ve başarısızlıkları da gündelik hayatımıza çok daha fazla girer oldu.
Ondan ne anlam çıkarırsanız çıkarın, feminizmle ilgili ilk problem, terimin kendisinden de görebileceğiniz gibi, belirli bir grup insanı, kadınları, “feminenliğe” odaklanarak seçip ayırmasıdır. Bu terimin genellikle akımın hedef kitlesini ortaya koymak için kullanıldığı iddia edilir. Ancak bir grubun kendi sınırlarını çizmesi toplumun bölünmesine sebebiyet veren faktörlerden biridir. Söz konusu grup kendisi lehine ayrıcalıklar ve gereksiz tavizler talep etmediği müddetçe bununla ilgili bir sıkıntı yoktur. Böyle bir özel muamele talebi toplumun belirli bir kesiminin grubun çektiklerinden sorumlu olduğu iddia edilerek temellendirilmektedir.
Feminizm akımı, kadınların kendi hedeflerini erkekler kadar özgürce kovalayabilmelerini sağlayan tedbirler (örneğin cinsiyet kotaları) alma konusunda özellikle etkili olmuştur. Bireyciliğin dayanaklarından biri olan fırsat eşitliği ile bireyciliğin altını oyan sonuç eşitliği arasında ayrım yapmak kilit öneme sahiptir.
Eğitim hakkı gibi hakların dahil olduğu, pek çok kurumda kutsal olarak kabul edilen refah hakları kavramı “yeniden dağıtma” yoluyla (eşitsizlikleri azaltmak için hakları imtiyazlı olandan alıp imtiyazlı olmayana vererek) uygulamaya konmaktadır. Ben dünyanın her yanındaki hükümetlerin bu tarz bir yeniden dağıtma yolunu kullanmayı bıraktığını görmek isterdim. Yine de, gerçekçi olacak olursak, bu sosyal haklar toplumun derinlerine işlemiş durumda ve gidecekleri yok. Buna rağmen, kadınların erkeklerle eşit şartlarda eğitim alma hakkı konusuna hükümetin burnunu sokması kabul edilemezdir.
Bu şartlar altında, eğitime eşit şartlarda ulaşımı garantilemek fırsat eşitliğini sağlama yolunda bir adım olarak görülebilir. Diğer yandan, iş verenlerin üstünde eşit temsil edilimi sağlamaları için baskı kurmak, cinsiyet kotası gibi diğer çeşitli kotalarla getirmekle birlikte, sonuç eşitliğine giden kapıyı aralamaktadır.
Kadınların tarihsel olarak siyaset ve iş ortamında az temsil edilmesi, bu alanlarda daha fazla kadın işe alarak durumu telafi etmemiz gerektiği anlamına gelmez. Bu hareket biçimi derinden kusurludur. Bilgi eksikliğinden ötürü, geçmişin adaletsizliklerini düzeltmek mümkün değildir. Daha önemlisi, bu hareket biçimi liyakata dayalı başarı anlayışının gelişmesinin önünü kesmektedir.
Feminizmin yol açtığı muhtemelen çok daha önemli başka bir problem, onun kadınlara erkekler gibi rekabet etmelerini öğretmesidir. Feminizmin “feminenliğe” odaklanarak feminenliğin rolünü baltalaması mantığa aykırıdır. Feminizm bu sebeple kadınların düşmanları olarak gördükleri erkeklere karşı hayli nefret ve savunuculuk geliştirmesine neden olmuştur.
Sun Tzu’nun ünlü bir sözü şöyledir: “Düşmanını kendinden iyi bil”. Bana bu söz erkekleri şeytanlaştıran radikal feminizmin temelinde yatan fikirlerden birini yansıtıyor gibi geliyor. Feminizmin tüm türleri bir çeşit rekabet varsayıyor. Ancak feminizmin esas noktasını bireyciler feministlerden farklı anlamaktadırlar.
Kadınlar erkeklerle erkeklerin koşulları altında rekabet etmeye çalışmaktadır. İmtiyazları en gür sesle isteyenler genellikle en başarısız olanlar oluyor. Bu devlet yardımını en çok rekabete pek dayanamayan işletmelerin istemesine benziyor.
Rakibinin taktiklerini kullanmak olduğun yerde kalmanı kolaylaştırabilir ancak yarışı kazanmanı sağlamaz. Tam olarak bu sebepten dolayı, feminizm henüz kazanmadı ve şu anki şeklini koruduğu sürece de kazanamayacak. Feminizmin zaferi ancak onun bireyciliğin içine karışıp kaybolmasıyla mümkündür.
Bunu en iyi Margaret Thatcher söylemiştir: “Kadının görevi maskülen ruhu yükseltmek değil feminen olanı ortaya çıkarmaktır; onun amacı erkeklerin yaptığı dünyayı sürdürmek değil, her yanına feminenliğin aşılandığı bir insan dünyası yaratmaktır.”
Bireycilik, tüm bireylere cinsiyet, ırk, yetişme tarzı vesaire gözetmeden eşit muamele gösteren bir felsefedir. Liyakata dayanan bir inanç sistemi olduğundan, esas olarak her bireyin dünyaya katabileceği değerle ilgilenir. Bireycilik bizi sahip olduklarımızı geliştirmemiz ve yeni yönlerimizi kullanmamız için cesaretlendirir.
Kız çocuklarına erkekler gibi rekabet etmelerini öğretmek kusurlu ve zehirli bir stratejidir. Kız çocuklarına bireyler gibi rekabet etmelerini ve, fırsat eşitliğine dayanan adil ve değer yaratımı odaklı bir rekabette, feminenliği kendi avantajlarına kullanmalarını öğretmemizin vakti geldi.