Gündem İfade Özgürlüğü

Hrant Dink öldürülürken oradaydım; çünkü faşizmi arzuladım.

2000 sonrası. Yılı tam hatırlamıyorum. Ailecek oturmuş akşam haberlerini izliyoruz. Hrant Dink diye bir Ermeni’den bahsediyorlar. Türklüğe hakaret etmiş, “Türk kanı kirlidir.” demiş. 301’den dava açılmış. Televizyonlar yüzünü gösteriyor. Tiksiniyorum. Nefretle “İnşallah çıkamazsın o hapisten.” diyorum. Sosyal demokrat babam rahatsız oluyor. Yine de söylenmeye devam ediyorum. Ermenilerle ilgili iyi düşünmüyorum o dönem. Elbette vatan haini olmayan Ermeniler de vardır, ama biliyorum ki bu topraklarda yaşayan herkes Türk’tür ve kimse rahat rahat Türklük hakkında kötü konuşamaz. Konuşursa da bedelini en acı şekilde öder. Ödesin de zaten.

2000 sonrası. Yılı tam hatırlamıyorum. Televizyonlar, Türk kanı kirlidir, diyen Ermeni’den bahsediyorlar. Medya davayı takip ediyor. Vatanperver savcılar işini yapıyor. Türklüğün şerefini ve namusunu koruyorlar. Kendimi güvende hissediyorum bu vatanperver savcılar ve 301’le. Sonra davayı pek de takip etmiyorum. Medyanın gösterdiği kadar işte.

Yıl 2007. Bütün kanallarda tek bir şey konuşuluyor. Hrant Dink öldürülmüş. Annem çok endişeli. Bir gazetecinin öldürülmesinin ne anlama geldiğini biliyor. Hrant Dink’i tanıyorum. Öldürüldüğünü öğrenince içimdeki intikam duygusu, tatmine dönüşüyor. Annem oradayken “İyi gebermiş.” diyorum. Yaşım 18. Annem “Öyle deme.” diyor. Yeterince vatansever olmadığı için anneme kızıyorum. Sonuç olarak Hrant Dink hiç tereddüt etmeden “Türk kanı kirlidir.” demişti. Birilerinin de hiç tereddüt etmeden onu öldürebileceğini hesaba katmalıydı. Bu lafa tutunmuştum aslında. Medyada defalarca tekrar edilen “Türk kanı kirlidir.” lafına. Nefretim için son derece geçerli bir argümandı o zamanlarda. Belki de bu nedenle o gün durmadan bunu düşündüm.

Ailem her zaman politikti. Akşama doğru babam işten eve geldi. Ben nefret kusmaya devam ediyor ve neden bu adama üzülmememiz gerektiğini anlatıyordum. Babam sonunda durup “Sen bu yazıyı okudun mu?” dedi. “Hayır, okumadım.” dedim. “Git oku o zaman.” dedi. Dedim ki “Savcılar kafasından sallayacak değil. Tamam yazıyı sana bulup göstereceğim.”

Google’a “Türk kanı kirlidir.” yazdım. Sadece dava ile ilgili haberler çıkıyordu. Gerçekten yazıyı bulmak için 2 saate yakın uğraştım. Bu iki saatte beynimde düşünceler uçuşuyordu. Eğer yazı bu cümle ile direkt çıkmıyorsa o zaman bu cümle yazıda direkt geçmiyordu.

Sonunda yazıya ve ilgili yazı dizisinize ulaştım, okumaya başladım:
Türk kanı kirlidir, dediği iddia edilen yazı buydu.
Aynı dizideki bir başka yazısı da şuydu.

Şöyle diyordu: 

“Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur.
Yeter ki bu mevcudiyetin farkında olunsun.”

Yazının tamamında ve yazı dizisinde ASLINDA ne anlatıldığını burada tekrar etmeyeceğim. Çünkü sizin de okumanızı ve ikincil ağızlardan duymamanızı istiyorum.

Sonuç olarak Hrant Dink bu yazıda “Türk kanı kirlidir.” demiyordu. Ama dahası da vardı. O bir uzlaşı yolu arıyordu yazıda ve yazı Türklere yönelik bile değildi. Ermenilerle konuşuyor ve söyleşiyordu. Uzlaşıyı onlarla arıyordu.

O an tamamen dönüştüğümü söyleyemem ama benim hayatımda biricik bir dönemeç varsa o dönemeç Hrant Dink’in öldürüldüğü gündür. Bu dönemeç sadece politik bir dönemeç değil aynı zamanda vicdanen büyük bir dönüşümün başlangıcıydı. Fakat bu durum çok acıydı. Bunun için birilerinin ölmesi mi gerekiyordu, bu kadar mı kördüm. Peki benim damarlarımda dolaşan nefret kanını akıtmak için ne yapmam gerekiyordu? Ben gerçekten kirli olan kanımı nasıl yenileyecektim?

Bilgisayarın başında öylece oturdum kaldım. Şok olmuş şekilde yazıyı defalarca okudum. Savcıların bu yazıyı okumamış olma ihtimali yoktu. Burada yaşadığım şokun kaynağı yalnızca Hrant Dink’in öldürülmesi değildi. Ben kandırılmıştım ya da kanmak istemiştim ya da nefretimi körüklemelerine izin vermek istemiştim. Bu kadar zamandır medya “Türk kanı kirlidir.” diyen gazeteci olarak sunuyordu Hrant Dink’i. Hayır, burada tüm suçu medyaya atamam. Hayır, bunu ben de istemiştim. Nefret etmek, üstün gelmek, dinlememek, ardını araştırmamak, tahammül etmemek istemiştim. Kulaklarım kapalıydı, gözlerim ve zihnim uzlaşıya kapalıydı. Bu yazıyı arayıp bulma motivasyonum dahi babamı bu adamın nasıl biri olduğu konusunda ikna etmeyi istememdi.

Peki, Hrant Dink’e neden dava açılmıştı? Asıl soruyu soralım mı? Başka kaç olayda devlet tarafından kandırılmıştım? Bu nokta önemliydi işte. Devlet, koca koca “adamlar”, o “güven” veren kurumlar bizi kandırabilen bir yapıydı yani. Bu şaşkınlık belki size garip gelebilir. Bir dönem milliyetçi olanlar ise devletle gelişen bu “güven” ilişkisini bilir. Hatta bu öyle bir güvendir ki bazen göz göre göre hataları savunurken bulursunuz kendinizi. Devletin yıpranma korkusunu yaşarsınız.

Yalan değil, o güne dek hiç kandırıldığımı hissetmemiştim. Bir iki yıl sonra resmi tarih diye bir şeyin olduğunu öğrenecektim mesela. Aslında “Türk kanı kirlidir.” cümlesi yalnızca bir kılavuz olmuştu. Başka hangi konularda bana yalan söylediğini merak etmeme yol açan ve beni hala bu yaşımda bile baş edemediğim bir vicdan azabıyla sınayan cümle.

Bilgisayarın önünde donakalmıştım. Bütün haberleri tarıyordum ve gördüğüm şey şuydu: devlet, bir Ermeni’ye Ermeni olduğu için ceza vermeyi istemişti. Bunun için bir yalan uydurmuş ve bizim gibi insanların önüne sunmuştu. Karşı tarafı dinlemeye açık olmayan, nefretten beslenen, tarihin o anında yalnızca faşist olmayı arzulayan bizlerin önüne. 

Evet, faşizmi arzuladım ve bulduğum şey yalandan başka bir şey olmadı.

Bilgisayarın önündeydim. Araştırmam bitince, bu sefer bir diğer ve daha zorlu gerçekle yüzleşmem gerekiyordu. Hrant Dink öldürülmüştü ve bu süreçte benim parmağım vardı. Onu eli silah tutan insanlara karşı hedef haline getirecek ve neredeyse meşru kılacak sivil faşist tepkiydim. Onu korunmasız kılan iklimdim. Ben kendimle yüzleştim ve bu yüzleşmeden asla sağlam çıkabildiğimi söyleyemem. Şu an bu satırları yazarken dahi “günah çıkarma” tınım beni rahatsız ediyor. Hayır, günah çıkarmıyorum. Bunun dönüşü yok çünkü. Hrant Dink öldürüldü ve ben “oradaydım.”.

Bilgisayardan gözyaşları içinde kalkınca ailemin yanına gittim. Cenazeye gitmek istediğimi söyledim. Halimi gördüklerinde buna izin verdiler ve Hrant Dink’in cenazesine katıldım.

Orada nasıl bulundum bilmiyorum. O uzun yolu nasıl yürüdüm çok farkında değilim. Sürekli ağlıyor ve sayıklıyordum. Kendimi depresif olarak tanımlamıyorum, bir açıdan bir daireden başka bir daireye geçtiğimi hissediyordum. Bir açıdan içimdeki nefreti gökyüzüne saldığımı hissediyordum, bir açıdan doğduğumu hissediyordum ama acı çekiyordum doğmaktan dolayı. O çalkantılı haldeyken Rakel Dink konuşmaya çıktı. Hrant Dink’in karısı olduğunu öğrendim. Koşup özür dileme arzusu içindeydim. Bugünden bakınca bu arzunun da içinde bencillik taşıdığını görebiliyorum. İçimde onu öldüren kişiye karşı büyük bir kin yükseliyordu ki Rakel Dink’in şu sözleri duydum:

“Bugün sessizlik ile büyük bir ses yükselteceğiz. Bugün derinliklerin ışığa yükseldiği günün başlangıcıdır. Yaşı kaç olursa olsun; 17 veya 27. Katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim.”

Ben, daha dünün faşisti, daha dün Hrant Dink’in ölümüne sevinen milliyetçi bugün kendimde katilin en ağır cezayı alması gerektiğine dair bir nefret yeşertebiliyorken, Rakel Dink katilin bir zamanlar bebek olduğunu söylüyordu.

Bazı şeylerle baş edemezsiniz. Bu duruşa karşı, düşünce ve hisle baş edemedim ve aslında bütün düşünsel ve vicdani dönüşümümün yeni başladığını anlıyordum. Boynumu eğdim ve dinlemeye başladım. Bu defa gerçekten dinlemeye.

Cenaze dönüşünde kalbimde milyonlarca şey çarpışıyordu. Kandırılmamın şaşkınlığı geçmişti. Sadece Hrant Dink’in acısı kalmıştı. Acı çekiyordum, çok çok üzgündüm. Büyük oranda vicdan azabıydı bu. Kendimi yokladım. Başka ne kalmıştı içimde başka nelerin nefreti vardı. Hepsi muammaydı.

Eve döndüğümde, çok fazla midem bulanıyordu. İçimdeki her şeyi çıkarmak istiyordum. Mide bulantımı bastırmak için nane limon içtim, ama hiç işe yaramamıştı. Hem kendimi tutuyor, hem de çıkarmak istiyordum. Saatlerce kıvrandıktan sonra koşarak tuvalete gittim ve kustum, kustum, kustum, kustum, kustum.

Kustum.

Her şey için çok özür dilerim Hrant. Senin öldürüldüğün günden bu yana, o cenazeye katılan herkes gibi artık ben de Ermeni’yim.

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments