Anne Campbell’ın yazının 13 Şubat 2014 tarihli orijinaline Oxford University Press sayfadan ulaşabilirsiniz. Çeviren: Mete Han Gencer. Görsel: Hilal Güler, dijital kolaj.
Geçen sabah işe hazırlanırken televizyonda gördüğüm bir haber beni kahvemi koymaktan alıkoydu. Bir kuyruklu yıldız, güneşin yakınından geçmek üzereydi ve eğer sağ kalırsa dünyadan görülebilecekti. Detayları açıklaması için çağrılan astrofizik profesörü merak uyandırıcı, coşkulu ve netti. Kendisi bir kadındı. Acaba kaç kız öğrenci onu duydu ve ondan ilham aldı diye düşündüm. Elli yıl önce, bilimin böylesine sır dolu bir alanında ünlenen bir kadın fikri hayretlerle karşılanırdı. İşe yüzümde bir gülümsemeyle gittim.
Eğer feminizm kimsenin cinsiyeti yüzünden fırsatlardan mağdur bırakılmaması gerektiği inancıysa feminizm hepimize aittir – ve buna evrimsel psikologlar da dahildir. Evrim teorisinin ciddi bir biçimde, hatta kasti olarak, yanlış anlaşılması sonucu “cinsiyet çalışmaları” feministleri tarafından düşman belirlendik ve kadınları bulundukları yerde tutmaya çalışmakla suçlandık. Onlara göre, evrim teorisi cinsiyetler arasında “özsel” (biyolojik) bir fark olduğunu ima etmektedir. Onlar, üreme organlarındaki farkları reddedemeseler de pelvis üstünde herhangi bir değişikliğin olduğunu reddetmektedirler. Kullanışlı buldukları bu görüşü, testosteronun kan beyin bariyerini geçtiğini, uteroda bu hormona aşırı dozda maruz kalan dişi fetüslerin tipik olarak erkeklerde görülen ilgiler geliştirdiklerini ve nörogörüntüleme çalışmalarının erkek ve kadınların beyin organizasyonunda yapısal ve işlevsel farklılıklar olduğunu doğruladığını açıkça fark etmelerine rağmen sürdürmektedirler.
Erkekler ve kadınlar arasındaki genetik bir temeli olan psikolojik farklılıklar, cinsel seçilim sürecinin sonucu meydana gelmektedir: Bir cinsiyetteki üreme farklılıkları, bazı genlerin diğerlerine kıyasla daha fazla sayıda vücuda (hayatta kalan ve üremeye devam eden vücutlara) kopyalanması anlamına gelmektedir. Atalarımızın zamanında, bir kadını bu işte diğer kadınlardan daha iyi yapan özellik her neyse o özellik seçilmekteydi.
Cinsel seçilim, binlerce yıl içerisinde kadınlara hangi özellikleri vermiştir?
Son yıllarda, eş rekabeti epey ilgilenilen bir konu olmuştur. Bir erkeğin üreme başarısı (cinsel olarak çokdişili üreyen türlerde) kaç dişiyi dölleyebildiğine bağlıdır. Etraftaki dişilerin sayısı genellikle bir elin parmaklarını geçmez çünkü dişiler, hayatlarının önemli bir bölümünü gebelikle veya emzirmekle geçirir ve dolayısıyla üreme amaçlı seks için çoğu zaman uygun bir konumda bulunmazlar. Bu durum, düzinelerce (hatta yüzlerce) yavrunun babası olan büyük galiplerle ve silinip giden mağluplarla sonuçlanan erkek rekabetini şiddetlendirmektedir. Erkekler diğer erkeklerin gözünü korkutarak (bu erkek-erkek şiddetiyle ilgili pek çok araştırmanın önünü açmıştır) veya dişileri cezbederek galip olabilirler. İnsanlardaki bu durum, dişi seçimi konusuyla yoğun şekilde ilgilenilmesine neden olmuştur. Neden bazı erkekler kadınlar için bu kadar başarılı ve arzulanabilirdir? Darwin’in çağdaşlarının dişi seçiminin rolünü ciddiye almadığı dönemlerden bu yana çok yol katettik. Fakat biz çoğunlukla tek eşli (veya hayat boyunca farklı eşler içeren bir tek eşliliği tercih eden) bir tür olduğumuzdan olay göründüğünden daha karışıktır. Bu, iki yönlü cinsel seçilim yaratmaktadır. Erkekler kadar kadınlar da uzun vadeli bir eş için rekabete girmektedir. Erkeklerin seks amaçlı partner ararken düşük tuttukları çıta, hayat boyu bağlılık ararken çok daha yükselmektedir. Erkekler (kadınlara nazaran) güzellik, sağlık, gençlik ve sadakati tercih etmekte ve bunun üzerine kadınlar da bu özellikleri geliştirmek ve göstermek için rekabete girmektedir.
Ancak hem erkeklerin hem kadınların önemli olduğunu düşündüğü bazı özellikler de vardır. İki grup da nazik, anlayışlı, güvenilir ve zeki bir partner istemektedir. Kısacası, zeka üzerindeki cinsel seçilim kadınlar için ne kadar güçlüyse erkekler için de o kadar güçlüdür. Bu sebeple, cinsiyetler arasında zeka açısından fark olmadığının bulunması bir sürpriz değildir. Elbette, şempanze kuzenlerimizden ayrıldığımızdan beridir geçen evrimsel zaman içinde zekada bir yükselme olmuştur (ve bu yükseliş son elli yılda hızlanmıştır); ancak erkeklerin ve kadınların zekası birlikte yükselmiştir. Bir kadının üreme başarısının ardında partner seçimiyle birlikte çocuklarının hayatta kalması ve kalitesi yatmaktadır. Pleistosen döneminde, bu talepkar bir işti çünkü bebeklerin neredeyse yarısı yetişkinliğe ulaşamıyordu. Açlık, kuraklık, yırtıcılar, kazalar ve hastalıklar onlara epey çektiriyordu. Annelerin, çocuklarını hayatta tutabilmek için problem çözmede, tehlike sezmede, toksinlerden kaçınmada, ittifak kurmada ve zihin okumada yetenekli olması gerekiyordu. Aynı zamanda, kadınların toplayıcılık işi kendilerinin ve çocuklarının tükettikleri kalorilerin yarısını oluşturmaktaydı.
İş kadınlar için yeni değildir. Evrimsel geçmişimizde ve nispeten yakın tarihin çoğunda kadınlar (kraliyetten veya aristokrat değillerse), çalışmıştır. Ayrıca, erkekler gibi kadınlar da zekaları bakımından seçilime tabi olmuşlardır. Feminizm, kadınların kamusal alanda zekalarını kullanabilmelerini sağlayan fırsatlar yaratmıştır. Cinsiyet eşitliği, kadınların kabiliyetlerini özgür kılmakta ve topluma görünür yapmaktadır. Aklı başında kim buna herhangi bir eleştiri getirir? Kesinlikle evrimsel psikologlar değil. Kadınları potansiyellerini gerçekleştirebilsinler diye cesaretlendirmek onları doğa bilimlerindeki en güçlü teorinin – evrim teorisinin – istisnası yapmayı gerektirmemektedir.
Çok güzel bir yazı olmuş