Britannica’nın Steven M. Lukes tarafından yazılan Individualism girdisinin çevirisidir. Çeviren: Mete Han Gencer. Görsel: Bulutların Üzerinde Yolculuk,  Caspar David Friedrich.

Bireyselcilik (individualism), bireyin ahlaki önemini vurgulayan politik ve sosyal felsefedir. Birey kavramı aşikar dursa da onu anlamanın hem teoride hem pratikte pek çok yolu vardır. Bireyselcilik teriminin kendisi ve diğer dillerdeki anlamları, sosyalizm ve diğer izmler gibi, 19. yüzyıla dayanmaktadır.

Bireyselcilik, bir zamanlar anlam bakımından enteresan ulusal farklılıklar göstermiştir ama o farklı anlamlar günümüzde büyük ölçüde birleşmiştir. Fransız Devrimi’nin ardından, individualisme kelimesi Fransa’da toplumsal bozunmayı, anarşiyi ve bireysel çıkarların kolektif çıkarların önüne geçmesini çağrıştıracak şekilde hakaret olarak kullanılmıştır. Terimin negative çağrışımları Fransız gericilerce, ulusalcılarsa, muhafazakarlarca, liberallerce ve sosyalistlerce toplum hakkındaki görüşleri farklı olmasına rağmen benimsenmiştir.

Almanya’da bireysel eşsizlik (Einzigkeit) ve kendini gerçekleştirme, özetle Romantik bireysellik kavramı, bireysel dahi kültüne katkıda bulunmuş ve daha sonra bir doğal ulusal topluluk teorisine çevrilmiştir. Bu görüşe göre, devlet ve toplum bir toplum sözleşmesi temelinde oluşturulan yapay inşalar değil eşsiz ve kendi kendini idare eden kültürel bütünlerdir.

İngiltere’de bireyselcilik din karşıtlığını (İngiliz Kilisesi’ne karşıtlığı) kapsayacak şekilde ve bazı çeşitlerinde ekonomik liberalizm anlamına gelecek şekilde kullanılmıştır. Bu anlamlar, hem laissez-faire’ı (bırakınız yapsınlar) hem de orta seviyede devlet müdahalesi yaklaşımlarını içermekteydi.

Birleşik Amerika Devletleri’nde, bireyselcilik 19. yüzyılda Amerikan ideolojisinin ana unsurlarından biri haline gelmiş, Yeni İngiltere Püritanizmi’nin, Jeffersoncılık’ın ve doğal haklar felsefesinin etkilerini içine almıştır. Amerikan bireyselciliği evrensel ve idealistti ama sosyal Darwinizm (en uyumlu olanın hayatta kalması) fikirleriyle birleştikçe daha keskin hatlar kazanmıştır. “Haşin bireyselcilik,” Herbert Hoover’ın 1928’deki başkanlık kampanyasında dediği gibi, bireysel özgürlük, kapitalizm, sınırlı hükümet gibi geleneksel Amerikan değerlerle ilişkilendirilmiştir. Amerika’daki İngiliz büyükelçisi (1907-13) James Bryce’ın The American Commonwealth (1888)’te yazdığı gibi, “Bireyselcilik, girişimcilik aşkı ve bireysel özgürlük onuru, Amerikanlar tarafından yalnızca en seçkin değil aynı zamanda en eşsiz ve özel varlıkları olarak görülmektedir.”

Fransız aristokratik politik felsefeci Alexis de Tocqueville (1805-59), bireyselciliği insanları yalnızca kendi aile ve arkadaşlarından oluşan küçük bir çevreyi umursamaya iten bir çeşit orta seviyeli bencillik olarak tarif etmiştir. Kitabı Democracy in America (1835-40) için Amerikan demokratik geleneğinin nasıl çalıştığını gözlemleyen Tocqueville, bireyselciliğin “her vatandaşın kendisini diğerlerinden izole etmesine ve aile ve arkadaşlarından ayırmasına” sebep olduğunu ve bu sebeple de “kamusal yaşamın erdemlerini” baltaladığını yazmıştır. Ona göre, bunun çözümü yurttaşlık erdemi ve birlikteliğiydi. İsviçreli tarihçi Jacob Burckhardt’a (1818-97) göre, bireyselcilik mahremiyet kültüründen gelmekteydi ve “kendini ortaya koyma” fikrinin güçlenmesiyle Avrupa Rönesansı’nda “olabilecek en yüksek bireysel gelişimi başarma” fikrinin yeşermesine neden olmuştu.

Fransız sosyolog Émile Durkheim (1858–1917), iki tür bireycilik tanımlamıştır: Durkheim’a göre toplumu “geniş bir üretim ve takas aygıtına” indirgeyen İngiliz sosyolog ve filozof Herbert Spencer’ın (1820–1903) faydacı egoizmi ve Alman filozof Immanuel Kant’ın (1724-1804), Fransız filozof Jean-Jacques Rousseau’nun (1712–1788) ve Fransız Devrimi’nin İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin (1789) “birincil dogması aklın özerkliği ve birincil ayini rasyonalizmi. “Birincil dogması aklın özerkliği ve birincil yöntemi özgür araştırma doktrini” olan rasyonalizmi. 

Piyasa süreçlerini tercih eden ve devlet müdahalesine güvenmeyen Avusturyalı iktisatçı F. A. Hayek (1899–1992), “yanlış” olduğunu düşündüğü bireyciliği “gerçeğinden” ayırdı. Esas olarak Fransız ve diğer kıta Avrupalı ​​yazarlar tarafından temsil edilen yanlış bireycilik, “bireysel aklın gücüne abartılı bir inanç” ve etkili sosyal planlamanın kapsamı ile karakterize edilmekte ve “modern sosyalizmin bir kaynağı” olarak görülmektedir. Bunun aksine, taraftarları arasında John Locke (1632-1704), Bernard de Mandeville (1670-1733), David Hume (1711-76), Adam Ferguson (1723-1816), Adam Smith (1723-90) ve Edmund Burke (1729-97) olan gerçek bireycilik, “özgür insanların kendiliğinden işbirliği yapmasının çoğu zaman bireysel zihinlerinin tam olarak kavrayabileceğinden daha büyük şeyler yarattığını” ileri sürdü ve bireylerin “toplumun anonim ve görünüşte irrasyonel güçlerine” boyun eğmeleri gerektiğini kabul etmiştir.

Bireyciliğin diğer yönleri, topluluklar ve bireyler arasındaki ilişkinin nasıl kavranacağına dair bir dizi farklı soruyla ilgilidir. Bu sorulardan biri, grupların davranışları, sosyal süreçler ve büyük ölçekli tarihsel olaylar hakkındaki gerçeklerin nasıl açıklanacağına odaklanır. Avusturya doğumlu İngiliz filozof Karl Popper (1902-94) tarafından savunulan bir görüş olan metodolojik bireyciliğe göre, böyle bir olgunun herhangi bir açıklaması nihayetinde bireyler hakkındaki gerçeklere (inançlar, arzular ve eylemler) dayanır. Bazen ontolojik bireycilik olarak adlandırılan yakından ilişkili bir görüş, sosyal veya tarihsel grupların, süreçlerin ve olayların, bireylerin ve bireysel eylemlerin bir araya gelmiş hallerinden başka bir şey olmadığı tezidir. Metodolojik bireycilik, bireysel olarak açıklanamayan sosyal faktörlere dayanan açıklamaları reddeder. Buna bazı örnekler, Durkheim’ın sosyal bütünleşme dereceleri açısından farklı intihar oranlarına ilişkin klasik açıklaması ve politik fırsatların yapısı açısından protesto hareketlerinin görülme sıklığına ilişkin açıklamasıdır. Ontolojik bireycilik, kurumları ve kolektifleri “gerçek” olarak gören görüşler kümesinin karşısında yer alır. Örneğin, şirketleri veya devletleri failler (eyleyiciler) olarak alan görüş ve bürokratik rollerin ve kuralların veya statü gruplarının bireylerden bağımsız olarak bireylerin davranışlarını kısıtlayabildiğini veya etkinleştirebildiğini savunan görüş ontolojik bireycilikle çelişir.

Bireycilik tartışmalarında ortaya çıkan bir diğer soru, ahlaki ve politik yaşamda değer veya değer nesnelerinin (yani malların) nasıl düşünülmesi gerektiğidir. Atomcular olarak bilinen bazı teorisyenler, hiçbir malın özünde ortak veya komünal olmadığını savunurlar. Bunun yerine, yalnızca bireylere ait olan bireysel mallar olduğunu ileri sürerler. Bu bakış açısına göre, ahlak ve siyaset, her bireyin kendisi için bu tür malları güvence altına almaya çalıştığı araçlardan ibarettir. Bu görüşün bir örneği, Thomas Hobbes’un (1588-1679) siyaset felsefesinde olduğu gibi, nihai olarak bireyler arasındaki varsayımsal bir “sözleşmeden” türetilen veya bu sözleşme tarafından haklı çıkarılan siyasi otorite kavramıdır. Bir diğeri, ekonomide ve ekonomiden etkilenen diğer sosyal bilimlerde tipik olan, çoğu sosyal kurumun ve ilişkinin en iyi anlaşılmasının yolunun bireysel davranışın temel motivasyonunun bireysel çıkar olduğunun varsayılması olduğu fikridir. 

Tocqueville’in tarif ettiği bireycilik, yani kişinin kendi çevresi ve zevkleri dışında hiçbir şeyi umursamaması, hem sağ hem sol politik taraflarca ve hem dini hem seküler taraflarca kınanmış ve eleştirilmiştir. Özellikle dikkate değer eleştiriler komüniteryanlarca yapılmıştır. Onlara göre, bireyselcilik narsisizm ve bencilliğe denktir. Benzer şekilde, “cumhuriyetçi” siyasi düşünce geleneğindeki düşünürler – bu düşünürlere göre güç en iyi bölünerek kontrol edilir – bireyciliğin devleti vatandaşların desteğinden ve aktif katılımından yoksun bıraktığı ve dolayısıyla demokratik kurumları zedelediği algısından rahatsız olurlar. Bireyciliğin aynı zamanda modern Batılı toplumları, geleneksel Hindistan ve Çin gibi modern öncesi ve Batılı olmayan toplumlardan ayırdığı düşünülmüştür. Batılı olmayan bu toplumlarda, denilenlere göre, topluluğa veya ulusa bireyden daha fazla değer verilmektedir. Bireyin toplumunun politik ve ekonomik yaşamındaki rolü ise büyük ölçüde içinde bulunduğu spesifik sınıf veya kastla belirlenmektedir.

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments